31/05/2016 - Serkan Kiremit

“Bir iktisat teoreminin doğruluğu ve yanlışlığının nihai ölçü aracı, tecrübeden yardım almayan akıldır.”
Ludwig von Mises
İnsan Eylemi, s. 811
Akılcı iktisadın model insanı bugün anladığımız anlamda Homo Economicus değildir. Homo Economicus kavramı, akılcı iktisatçıların kavramı değil, onun karşısındaki ekollerin yaftasının bir neticesidir. Akılcı iktisat, insanı, Homo Agent türü olarak görür. Yani “amaçlarına ulaşmak için nasıl hareket etmesini tercih eden insan türü” olarak…
Akılcı iktisat, insan türünün sadece bir açıdan eylemini mükemmel bir biçimde anlamlandırabilir: “Daha değerli olanı daha az değerli olana tercih etmek”… Fakat görüldüğü gibi akılcı iktisat, değerli olanın ne olduğu hakkında tek bir ipucuna sahip olmadığı gibi daha az değerli olanın ne olduğu hakkında da bilgi sahibi değildir. Bu bilgi eksikliği insanın biricikliğinden dolayıdır, cahil olduğumuzdan değil. Çünkü bireysel olan ne varsa biriciktir. İnsanın mantığı ve içinde bulunduğu durumun tatmin derecesi kendine özeldir.
Marjinal Fayda Yasası’nı sanki bilmiyormuş gibi konuşan -sözde- Klasik Liberal Friedrich Hayek'e soruyorum: Çölde devesiyle ticarete çıkan bireyin suya olan ihtiyacı ile akarsuyun kıyısında evi olan bireyin suya hasreti ve tatmin derecesi aynı olabilir mi? Bu suyun evrensel olarak iki hidrojen atomu ve bir oksijen atomundan oluştuğunu bildiğini iddia eden ve fiziği iktisatla bir tutan aşırı pozitivistlerden farklı olarak Hayek, o bireylerin kendi tatmin dereceleri hakkında da bilgi sahibi olamayacaklarını iddia etmektedir. Hayek’in düşüncesi saçmalığın dik alasıdır. Çünkü bireyde, sarı rengin zihninde yarattığı güzelliği, zevkle gökdelenlere dalan bir gözü ya da aşkla çarpan bir kalbi başkasının tam olarak adlandırması mümkün olmadığından bu böyledir. Bu bilgisizliğin altında insanın acizliğini aramak beyhude bir iştir. Bunun altında yatan gerçek, insanın tek ve özel olmasının yanında Marjinal Fayda Yasası'nın tamamen subjektif olmasıyla ilgilidir. Çünkü düşünmek, gerçekleştirmek, beğenmek, vazgeçmek, hayale dalmak, araştırmak, tatmin olmak, sevmek ve mutluluğu aramak daima bireylere has bir özelliktir.
Marjinal Fayda Yasası'na bakarak insanın akılcı olduğunu ancak şöyle anlayabiliriz: Varoluşsal bir mesele olarak birey, tatmin derecesini gerçekleştirebilmesinin yegâne rolünü koşullu ve zorunlu bir tercihe bağlamak zorundadır. Bu da sadece ve sadece “Daha değerli olanı daha az değerli olana tercih etmek” üzerine olabilir. Bu seçimi amaca bağlarken bireyin elindeki tek araç ne sezgi ne tarihsel yasalar ne de geleneklerdir; onu anlamlandıran şey sadece akıl aracıdır. Nokta!
Akılcı iktisat sadece determinist bir dünyada her eylemin amaca uygun olmak zorunda olduğunu ve bununla beraber amaçlılık meselesinde insanın değişen her koşula uyum ve reddiye gösterebildiğini söyleyebilir.
Akılcı iktisada göre akılcı-olmayan bir eylem yoktur. İnatçılık ve eylemi gerçekleştirmeyi istememe durumu bile amaca uygun bir eylemdir. Muhafazakâr eylemler ve sabit kafa yapısı, yani koşullara uyumu reddetmek bile sonuçta bir eylemi bir amaca bağlamak ve bütün evrensel fizik kurallarına direnirken uyum göstermeyi zorunlu hâle getirmiş bir amaçlılıktır.
Borsada bilerek yanlış kâğıda oynamak insanı irrasyonel yapamaz. Amacına ulaştıran şey onun yanlış kâğıtta para kaybetmesidir. Sabit eylemi tekrar etmesi ise değişen koşullara rağmen bütün sermayesini kaybetmesine olanak sağlayarak, "gerekirci dünya", onu tekrar kendi hayatına çekecektir. Bir daha asla yanlış kâğıda oynamasına imkân vermez. Çünkü yanlış kâğıtta ısrar bütün sermayesini kaybetmesine olanak sağlayacaktır. Bu kaçınılmaz son, determinist bir dünyanın, insanı, rasyonel dünyada zapt-u rapt altına almasıyla nihayete erdirecektir.
Kendiliğinden doğan düzenciler ise insanın borsada bilerek yanlış kâğıda oynasa bile geleceğin bilenemeyeceğinden "o kâğıt ya ona para kazandırırsa?" diye sorarlar. Evet, para kazanmama üzerine çizilen bir oyun-amaçta şayet para kazanırsak ne olur? Yine değişen bir şey yoktur. Amaç para kazanmamaktır fakat amacımızı mükemmel bir bilgiyle gerçekleştiriyor olan bir tür olsaydık, dünyada bizim tercihte bulunmak gibi bir kaygımız olamazdı. Otomasyon tipler olarak dünyada dolaşırdık, belki de eylemde bulunur ve belki de bulunmazdık. Her şeyi bilmek rasyonel olmak değildir. Tam tersine kıt kaynaklarla (zaman, olasılık ve geleceğin belirsizliği) amaçlı davranmak, tercih etmek rasyonalizmdir. Olasılık dediğimiz şey insanın rasyonelliğini örtecek bir gerekçe değildir. Zar atmak bir amaçtır. Amacın sonunda kazanıp kaybetmek tamamen araçtır. Burada mükemmel bir eylem değil, olasılığa açılan bir kapı vardır. Homo Agent türü olan insan, kıt kaynaklar karşısında nasıl bir teknoloji kullanacağını saptayan bir türdür. Bu bizim kılsız bir deride dik duran ve iki ayak üzerinde yürüyen bir tür olduğumuz gibi doğal ve kolayca anlaşılacak bir şeydir.
İktisadı zor yapan şey onun düşünme tekniğini daha önce hiçbir bilimde kullanmadığımızla alâkalıdır. Belki biraz biyoloji, belki biraz psikoloji, belki de geometride onun yöntemlerine zaman zaman aşina olduk, o kadar.
Çünkü ne tarih bilimi ne fen bilimleri ne de ilâhî bilgi biçimleri, iktisadı anlamakta bize tam ve mükemmel bir ipucu sağlayamaz. Fiyatlar meselesinde neyin değerli, neyin daha az değerli olduğu konusu kimya bilimlerindeki gibi açık ve seçik değildir. Oksijenin atom değeri 16’dır ve değişmezdir veya Pi sayısı 3.14’tür ve değişmezdir veyahut kütle çekimi sabiti 9.8 m/s²’dir ve dünyada değişmezdir, ve bu ifadeler, fiyatlar meselesini durağanlaştıracak bir sabit veri bulacağımızı bize söyleyemez. Çünkü iktisat bilimi rasyonel bir bilimdir, ampirik (deneyci) değil. Ve fiyatlar sürekli değişir; iner ve çıkar. Nedenini sorgulamak, Keops piramidinin boyutları üzerine endişelenmek suretiyle evrenin bilmecelerini çözmek için harcanan mistik çabalar kadar çocukçadır.¹
İktisat bilimi rasyoneldir. Çünkü insanın kıtlık dünyasında kendi hayatını idame etmek için elinde bulundurduğu tek bir araç vardır: O da akıldır. Akıl, mükemmel ve tam bilgiyi değil, koşullara göre seçimlerimizle beraber en değerli olan şeye ulaşmamıza yol gösteren şeydir.
Fiyatlar iktisadî düşünme noktasındaki belirsizliğin açık ilanıdır. Fiyatlar, mal-para değerindeki hizmetler ve mallar arasındaki mübadele oranıdır. Fakat anlık bir bilgidir, geçici ve uçucu bir şeydir. Çünkü kıtlık dünyasında mal-paranın değerinin istikrarsızlığı ile alâkalıdır. Kıtlık varolan ve değişmeyecek bir olgudur. Gelecek bilinmeyen bir spekülasyondur. Bunları adlandıran ve anlamlandıran insan, sürekli kendisi için değerli olanın ne olduğu hakkında tatminsiz ve kaprislidir. Bunların bütün sonuçları fiyatlarda kendisini gösterir.
Günümüz iktisat politikalarının başarısızlıkları, belli ölçülerde, insan ilişkilerinde sabit olan bir şeyin varlığı ve dolayısıyla ölçülebilirliliği fikrinin neden olduğu acınası kafa karışıklığından ötürüdür.²
Bir ev hanımı dünyanın çevre uzunluğu hakkında coğrafyacılar ile iddialaşmaz. Bir spekülatörün, atmosfer basıncı hakkında meteoroloji uzmanlarının ölçümlerini sorguladığını daha işitmedik. Ama borsa indeks rakamları hakkında sıradan insanlardan tutun, çokbilmiş insanlara kadar herkesin arasından bu rakamlar, fiyatlar ve kârlardan tatmin olmuş birisini bulamayız. "Bunun nedeni nedir?" diye sorduğumuzda kimse bize İktisat Bilimi'nin ampirik (deneyci) olduğundan bahsetmez. O zaman bu, aslında insanların iktisat biliminin kıt kaynaklar karşısında geleceğin belirsiz ve fiyatların spekülasyona dâhil olduğunu bildiklerini gösterir. İşte o bildikleri şey ve kendilerini bir türlü durağanlaştıramadıkları arzular tamamen praksiyolojik olduğu gerçeğidir.
Praksiyoloji (Genel İnsan Eylemleri Bilimi) iktisat kanunlarına tâbidir. İktisat kanunları fen bilimleri gibi nesnel (maddeci) bir bilgi türü değildir. Praksiyoloji insan eylemlerinin varoluşsal meselesine dayalı olarak evrensel, değişmez ve bozulmaz kanunları izah eden bir bilgi türüdür. Ontolojik olarak insan eylemlerinin, seçilmiş amaçları elde etmek için, gücünün kısıtlı ve koşullu olduğunu bilmesi gerekir. Eğer iktisat kanunları olmasaydı, bireyin varoluşsal olarak ya her şeye gücü yeten bir varlık olması veyahut tamamen aciz bir robot olması gerekirdi. İlkinde her şeyi gerçekleştirdiği için eylemde bulunmasına gerek kalmazdı. İkincisin de ise emir aldığı için eylemde bulunmasına gerek yoktu.
Sonuçta bugün fizik, kimya ve biyoloji bilimlerindeki kanunları göz ardı edenler ancak aklı olmayanlardır. Ama hâlâ iktisat kanunlarının reddinin nedeni insan eylemleri içindeki amaçlara ulaşmada kullandığımız sonsuz sayıdaki araçlardır. Ancak bu araçlar daha değerli olanın daha az değerli olana göre tercih edildiğinden, bu koşullanma insan eylemlerini belli bir zemine oturtur. Bu zemin apriori bilgidir ve Rasyonel (Akılcı) İktisat'ın, insanı ve onun eylemlerini anlamak üzerine attığı bir adımdır.
Max Weber, akılcı iktisadı belki de ilk defa anlamaya çalışan kişidir. Onun sözleriyle bitirelim:
Hiçbir “nesnel” bilimsel kültür analizi yoktur... Kültürel gerçekliğin tüm bilgisi ... daima belli bir bakış açısının bilgisidir... Ampirik gerçekliği bir takım “kanunlara” indirgeme amacıyla kültürel olayların bir “nesnel” analizini yapmak anlamsızdır... [çünkü] toplumsal kanunların bilgisi toplumsal gerçekliğin bilgisi değil, daha çok bu sonuca ulaşmak için değişik araçlar kullanarak çabalayan aklımızın bilgisidir.³
Dipnotlar:
1. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, s. 215 2. A.g.e., s. 217
3. Max Weber, Sociological Writings, “Objectivity” in Social Science
留言