30/09/2021 - Tho Bishop
Ludwig von Mises, entelektüel üretiminin saf gücü sayesinde kendisini yirminci yüzyılın en önemli entelektüellerinden biri olarak kabul ettirdi. İnsan Eylemi adlı çalışması, Avusturya ekolünün temel kaynak metni olmaya devam ediyor. Sosyalizmin mantıktan yoksunluğu ve imkânsızlığının altını çizen eleştirisi, Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle doğrulandı ve doğruluğu bugün hâlâ ciddi bir entelektüel meydan okumayla karşılaşmadığından sabit kaldı.
Aynı derecede önemli, ancak çoğu zaman gözden kaçan, bugün dünyayı etkilemeye devam eden ekonomik sistem üzerindeki bir diğer çalışması Müdahalecilik'tir.
Çağdaşlarından James Burnham gibi, Mises de Batı'da serbest piyasalara yönelik asıl tehdidin gerçek bir sosyalist devrim değil, entelektüel olarak sığlaşmış politik sınıfı cezbeden bir “yolun ortası” yaklaşımı olduğunu fark etti.
1950'de, en önemli konuşmalarından biri esnasında Mises, küresel sahnedeki en tehlikeli ideolojiyi belirledi:
Kapitalizm kadar sosyalizmi de reddediyorlar. Dediklerine göre, kapitalizmden olduğu kadar sosyalizmden de uzak olan, toplumun ekonomik örgütlenmesinin üçüncü sistemi olarak diğer iki sistemin ortasında duran ve her ikisinin de avantajlarını korurken her birinin doğasında var olan dezavantajlardan kaçınan üçüncü bir sistem öneriyorlar. Bu üçüncü sistem müdahalecilik sistemi (interventionism) olarak bilinir. Amerikan siyasetinin terminolojisinde buna genellikle "orta yol politikası" denir.
Bu ideoloji, komünizmin başarısız olduğu yerde başarılı oldu ve mülkiyet haklarına asla gerçek saygıyı göstermeyen hükümetleri başarıyla devirdi.
Ancak Mises'in de anladığı gibi, bu “yönetsel devrim” sürdürülebilir bir hükümet biçimi olarak devam edemezdi. Müdahalecilik politik olarak uygun olabilir, ancak nihayetinde değişken tutarsızlıklara dayanır. Tamamen reddedilmelidir, yoksa kaçınılmaz olarak giderek daha fazla gücün devlete geçmesine yol açacaktır.
Bu tam da yaşayarak tanık olduğumuz şey.
Yirminci yüzyıl, dışarıdaki komünizme düşman olan hükümetlerin, içeride büyüyen devletçiliği giderek daha fazla kabul etmeye başladığına tanık oldu. Regülasyoncu devlet büyüdü. Sosyal devlet büyüdü. Savaş devleti büyüdü. Hanelerde ve yurt içinde yapılan harcamalar o kadar büyüktü ki Amerikan hükümetini doların altınla olan bağını koparmaya zorladı ve Amerikan teknokrasisine, halkın servetini iliğine kadar sömürmek ve bu uğurda sadık kalan kurumları ödüllendirmek için yeni yollar açtı.
Devlete kalan tek kontrol, halkın katlanıp ortaya koyacağı şeyler ile finansal ve beşerî sermayeyi çekmek isteyen hükümetler arasındaki rekabetten gelir.
2021'de, ulusal hükümetlerdeki ve küreselci kurumlardaki olası merkezi planlamacılar, kalan bu sınırları aşma fırsatını belirlediler. “Halk sağlığı” kisvesi altında, mağrur kibirli “liberal demokrasiler” kendi vatandaşlarını yasal süreç olmaksızın hapse attılar. Ekonomilerinin fişini çektiler ve sayısız küçük işletmeyi yok ettiler. Zorunlu tıbbî prosedürler uyguladılar. Regülasyonlarla ayartılmış şirketlerin yardımıyla siyasi muhalifleri susturdular.
Bu eylemlerin ekonomik sonuçlarına cevaben, devletler arasındaki vergi rekabetini ortadan kaldırmaya, tıbbî yetki dayatmalarını uyumluluk hâline getirmeye, belirli endüstrilerin fiyatlarını kontrol etmeye ve direnenleri banka işlemlerinden ve hesap hareketlerinden men etmeye çalışıyorlar.
Bu yeni oyun kitabı ve küresel emellerle, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kurumlar, layık gördükleri her türlü kriz adına gelecekte benzer araçları kullanmaya hazırlar.
İklim değişikliği. Aşırı nüfus. Yurt içi tehditler. Dezenformasyon. Her günün davası değişebilir, ancak oyunun kitabı aynı kalır.
Hiçbir şeye sahip olmayacağız, mahremiyetimiz olmayacak, bize söyleneni yapacağız ve bundan hoşlanacağız - aksi takdirde işin rengi değişir.
Mises'in anladığı gibi, bu şekilde olmak zorunda değildir: “Bu sonuç kaçınılmaz değil. Bu eğilim, tarihteki diğer birçok trendde olduğu gibi tersine çevrilebilir.”
Nasıl mı? Sizin gibi insanların, bu sinsice büyüyen otoriterliği tanımlamak ve ona yanıt vermek için gerekli entelektüel araçlarla birbirini silahlandırmasıyla. Karşılaştığımız zorluklar, sığca tampon çıkartmaları ve aldatıcı bir görüntüden ibaret demokratik seçimler ile değil, direnmeye hazır yeni nesil cesur bireylere ilham vererek çözülecektir.
Mises Enstitüsü'nün misyonu, dünyanın dört bir yanındaki bireyleri, yirminci yüzyılın entelektüel günahları ile mevcut neoliberal düzenimizin otoriter korkularını reddedip bireysel özgürlüğe, mülkiyet haklarına, barış içinde hep beraber yaşamaya saygı duymayı temel alan bir uygarlığı restore etmek için gerekli fikirler konusunda bilgilendirmek ve eğitmektir.
Ludwig von Mises'in sözleriyle bitirecek olursak,
İstese de istemese de her insan büyük tarihsel mücadeleye, çağımızın bizi içine sürüklediği belirleyici savaşa çekilir.
Comments