top of page

Düşman Özel Sektör Olduğunda

14/02/2023 - Ryan McMaken

Geçtiğimiz Çarşamba günü yapılan Temsilciler Meclisi Denetleme Komitesi toplantısı, Elon Musk’ın devralmasından önceki dönemde Twitter’daki yönetim kadrosunun şirketi nasıl federal hükümetin ve istihbarat kurumlarının bir uzantısı hâline getirdiğine dair oldukça lüzumlu bazı bilgiler sağladı.


İfade vermek üzere hazır bulunanlar, COVID paniği sırasında ve Hunter Biden’ın laptop’ı tartışmasının ilk günlerinde Twitter’ı yöneten üst düzey şirket personeliydi. Bunlar özellikle eski çalışanlar Yoel Roth, Anika Collier Navaroli ve Vijaya Gadde idi. Üçünün de unvanlarında “güven” ve “güvenlik” gibi kelimeler vardı. Aralarında eski bir Twitter hukuk danışmanı ve artık çürütülmüş durumdaki “Russiagate” teorisinin destekçisi olan eski FBI ajanı James Baker da vardı. İfadelerinden, dördünün de kendilerini gerçeğin dürüst temsilcileri olarak gördükleri ve kendi görüşlerine katılmayan herkesin “yanlış bilgilendirme” yapmaktan suçlu olduğu anlaşılıyordu. Ne tesadüftür ki, bu “yanlış bilgilendirme” büyük ölçüde bu çalışanların kişisel siyasî görüşleriyle örtüşme eğilimindeydi.


Ancak pratikte, bu “güven” ve “güvenlik” bekçileri tarafsız teyitçiler, gazeteciler ya da herhangi bir türden görevliler olarak işlev görmediler. Kesinlikle müşterileri için en yüksek faydayı sağlamaya odaklanmış girişimciler de değillerdi. Aksine, ABD yönetiminin, FBI’ın ve Demokrat Parti’nin uzantıları olarak hareket ediyorlardı.


Bu durum, şirketlerinin platformunda belirli makaleleri yayınlamayı yasakladıklarını ve sayısız haberi “gölge banladıklarını” itiraf ettiklerinde açıkça ortaya çıktı. Bunu ya federal yetkililerin açık ısrarıyla yaptılar ya da bu, rejimin tercih ettiği pozisyon ve politikaları destekleyecek şekilde oluverdi. Dahası, bu Twitter ajanlarının bunu yapmaktan mutlu oldukları da aşikârdır. (Ancak rejimin açık baskısı kesinlikle yeni bir şey değildir. Roosevelt hükümetinin ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesini desteklemeleri için basına ve Hollywood’a yoğun baskı yaptığı çok net bir şekilde belgelenmiştir).


Yine de Biden hükümetinin, Twitter politikalarını hükümete bağlayacak somut bir delil olmadığı yönündeki zayıf iddialarını kabul etsek bile, bu durum Twitter’ın daha da kötü görünmesine yol açacaktır. Zira bu durum, bu özel şirketin piyasadaki konumunu rejimin muhalefeti susturma çabalarına yardımcı olmak için aktif ve gönüllü olarak kullandığını gösterecektir.


Amerika’nın Şirketler Topluluğunun İstekli İşbirliği

Ne yazık ki Twitter bu tür faaliyetlerde yalnız değil. COVID paniği boyunca, Alphabet (Google) ve Meta (Facebook) dâhil olmak üzere birçok sosyal medya şirketi, çeşitli politikalara ilişkin “resmî” tutumlarla çelişen kullanıcıları sürekli banladı ve paylaşımları sildi. Bu üç şirket, federal Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) tarafından tercih edilen politikaları ve “doğruları” desteklemek için yorulmak bilmeden çalışırken, “resmî” pozisyona muhalif olan her şeyi gizledi ya da açıkça “yanıltıcı” veya “yanlış bilgi” olarak karaladı.


Dolayısıyla, Twitter’ın Hunter Biden’ın laptop’ı hikayesini yasaklaması kesinlikle sosyal medyadan beklediğimiz bir şeydi. Şirketler topluluğu liderlerinin hemfikir olmadığı bilgileri aktarmak yerine, bunları yasakladılar ya da çeşitli şekillerde susturdular. Bu olaylar, şirketler tarafsız “platformlar” olduklarını öne sürerek sahtekârlık yaparken gerçekleşti, ancak bu şirketler aslında şirketin tercih ettiği tutum ve pozisyonları desteklemek için kullanıcı tarafından oluşturulmuş içeriği kullanan medya şirketleridir. Bu tutum ve pozisyonlar, elbette, pek de tarafsız ve önyargısız olmayan FBI ve diğer “istihbarat” personelinin “doğru” olduğunu iddia ettikleri görüşlerle örtüşüyordu.


Tüm bunlar, özel şirketlerin sadece aktif bir regülasyonun ya da rejim yetkililerinin “baskısının” bir sonucu olarak değil, çoğu zaman altında yaşadıkları rejimlere bilfiil hizmet etmeye çalışacaklarına dair önemli bir uyarı niteliğindedir. “Büyük şirketlerin” “zulüm gören bir azınlık” olduğu şeklindeki eski efsanenin aksine, gerçek şu ki teknoloji şirketleri ve genel olarak Amerika’nın şirketler topluluğu, teknokrasinin ve onun toplumu kontrol edip planlama çabalarının hevesli destekçileri olduklarını sık sık göstermişlerdir.


Mekânın Uçmağ Olsun Teknoliberteryenizm

Yirmi yıl önce, serbest piyasa savunucuları arasında internetin ortaya çıkışının devletlerin bilgi akışını ve hatta mal ve hizmet akışını kontrol etmesini çok daha zor hâle getireceği görüşüne hâlâ sıkça rastlanıyordu. Bazen “teknoliberteryenizm” olarak da adlandırılan bu görüş, Google ve Amazon gibi şirketlerin sıradan insanların, eski medya ve diğer büyük şirketlerin teşvik etmekle ilgilenmediği fikirleri ve ürünleri yayınlamasını ve dağıtmasını sağlayacağı fikrine büyük umut bağlıyordu.


Google’ın sloganının “Don’t Be Evil” (“Şeytanî Olma”) olduğu günlerdi ve pek çok insan Google’da çalışanların bir şekilde sıradan insanların sesi olduğuna inanıyordu. Böyle bir düşünce bugün kulağa tuhaf ve naif geliyor, ancak 2000’li yılların başında herkesin kendi web sitesini kurabildiği ve sözde ana akım ekonomide sahip olunabileceklerden ayrışan düzen karşıtı çevrimiçi yayınların filizlendiği o parlak günlerde pek çok makul insan buna inanıyordu.


Dahası, bu siteler tarafından üretilen içeriğin tek bir dominant kaynağı olmadığı için, çevrimiçi haber ve yorumlar, hangi web sitesinin “doğru” görüşü sunduğuna dair son sözün söylenmediği çok daha eşitlikçi bir ortamda işliyordu. İnternet kullanıcıları, eğer alışılagelmiş ana akım medya kuruluşlarının ötesine geçmek istiyorlarsa, büyük ölçüde kendi bilgi kaynaklarını seçmeleri gerekiyordu. Sonuç, aşağı yukarı eşit düzeyde işleyen sayısız bilgi kaynağına sahip, son derece merkeziyetsiz bir internet oldu.


Sosyal Medya Merkezli Çevrimiçi Bilgi

Ardından sosyal medya hayatımıza girdi. İlk başlarda bu da müesses nizam karşıtı ve sıra dışı fikirlerin çok sayıda insanın ilgisini çekmesini daha da kolaylaştıracak yeni bir gelişme olarak müjdelendi. Ne de olsa sosyal medyanın ilk günlerinde, okuyucuların ilginç bulması hâlinde viral olabilecek, hakim anlatıyı yıkan bir makale ya da fotoğraf yayınlamak mümkündü.


O günlerde sosyal medyanın efendileri, içeriği kendi ideolojik tercihlerine uygun şekilde yönetmek ve kanalize etmek için yoğun çabalar sarf etmeye henüz başlamamıştı.


Ama işte 2023 yılındayız ve durum oldukça farklı. Sosyal medya şirketleri eski usul kendi kendine küratörlüğün yerini kontrollü “haber akışları” ile değiştirmeyi başardı. Bu, sıradan kullanıcılar için daha “uygun”, yani okuyucular düzinelerce bağımsız haber kaynağına güvenmek yerine, bir ya da iki sosyal medya şirketinin onlara ne okuyacaklarını ve neye inanacaklarını söylemesine güveniyorlar.


Devlete karşı yeni bir tekno-isyan çağı başlatması beklenen yeni “girişimciler” bambaşka bir şekle girdiler. Bugün, teknoloji “eliti” dediğimiz kesim tıpkı Twitter yöneticilerine benziyor. Bu kişiler artık rejimle işbirliği yapan militan konformistlerdir. Bu kişiler, CDC bürokratlarından karanlık istihbarat personeline kadar uzanan geniş bir yelpazedeki tercih ettikleri teknokratlara hem düşüncede hem de eylemde uyum ve itaat gösterilmesini talep etmektedirler.


Böylece teknoliberteryenizm düşlerinin aslında ne kadar temelsiz olduğu kanıtlanmış oldu. Eğer ararsanız, devletin yalanlarını ve yolsuzluklarını ortaya çıkaran her türlü bilgiyi internette bulabileceğiniz doğrudur. Ancak rejim, “yanlış bilgi” olarak etiketlenen muhalif görüşler pahasına kendi pozisyonlarını güçlendirerek dikkatleri tüm bunlardan uzaklaştırmanın yollarını da buldu. Facebook akışlarının ötesinde herhangi bir şeyi araştırmaya üşenen milyonlarca kişi, kendilerine tüketmeleri söylenenleri tüketiyor.


Neden Rejimden Yanalar?

Peki neden bu şirketlerin yöneticileri ve yetkilileri ezici bir çoğunlukla rejimin ve onun politikalarının yanında yer alıyor?


Yanıtın büyük bir kısmı, bu yöneticilerin ve teknoloji elitinin diğer üyelerinin “doğru” görüşlere sahip olacak şekilde eğitilmiş olmalarında yatmaktadır. Son yıllarda, daha uzun süre örgün eğitim almış seçmenlerin Demokratlara oy verme olasılığının daha yüksek olduğu iyice belirginleşmiştir. Demokratlara oy vermenin çoğu konuda devletin resmî tutumunu sorgusuz sualsiz desteklemenin bir göstergesi olduğunu varsayarsak -ki bu tuhaf bir durum değildir- o zaman örgün eğitim ile devlet dayatmalarına, sokağa çıkma yasaklarına, FBI’ın işgüzarca gözetlemelerine ve müdahalelerine verilen destek arasındaki bağı görebiliriz.


Elbette bu mantıklı. Amerikan kolej ve üniversitelerindeki öğretim üyeleri arasında merkez sol ideolojiyi benimseyen, Demokratlara oy verme eğiliminde olan ve Washington D.C. teknokrasisine olumlu bakan kişiler çoğunluktadır. Buralarda öğrenci olarak çok zaman geçiren insanlar da aynı yöne kayma eğilimindedir. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Temsilciler Meclisi Denetleme Komitesi toplantısı için bir araya gelen eski Twitter yöneticilerinden oluşan panelde çok sayıda yüksek lisans derecesine sahip kişiler vardı. Bazı milyarderler üniversiteyi hiç bitirmemiş olabilir, ancak gerçek şu ki bu milyarderler şirketlerini yönetmek için yüksek lisans derecesine sahip kişileri işe alma eğilimindedir.


Her şeyin planlandığı gibi gittiği söylenebilir. Julian Assange’ın 2013 yılında yazdığı gibi, teknoliberteryenlerin kahramanları tarafından başlatılan “yeni dijital çağ” aslında teknokratik emperyalizm için bir plandır. Büyük ölçüde ABD devleti ile Silikon Vadisi arasında giderek yakınlaşan bir birlik üzerine inşa edilmiştir.


Bu birlik geçen hafta Temsilciler Meclisi Denetleme Komitesi toplantısında tam anlamıyla gözler önüne serildi. Komite önünde verilen ifadeleri izleyenler, teknolojinin efendilerinin özgürlük ve muhalefet konusunda gerçekte neye inandıklarını görebildiler. Meğer ifade özgürlüğünün tehlikeli olduğunu düşünüyorlarmış. Onlara göre küçük bir şirket eliti, kamuoyunu yönlendirmek ve kontrol etmekle ahlâken yükümlüdür.


Sömürücü Sınıf Üretken Sınıfa Karşı

Tüm bunlar, toplumdaki gerçek bölünmenin “özel sektör” ile “devlet sektörü” arasında olmadığını gösteren yararlı bir hatırlatmadır. En azından merkantilizm günlerinden bu yana, özel sektör genellikle rejimin kamu üzerinde daha fazla kontrol uygulamasına yardımcı olmaya hevesli olmuştur. Gerçek bölünme daha ziyade sömürücü sınıf ile üretici sınıf arasındadır. Üretkenler gerçek girişimciler, net vergi mükellefleri ve rejimden özel bir iyilik görmeyenlerdir. Sömürücü sınıf ise FBI, bürokrasi, vergi tahsildarları ve devletin düzenleyici aygıtının diğer uygulayıcılarıdır. Ancak sömürücü sınıf, sömürücülerin görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmaya çalışan “özel sektör” kuruluşlarını da içerir. Özellikle Silikon Vadisi’ndeki günümüz şirket sınıfının önemli bir bölümünün bu sınıfa dâhil olduğu açıktır.


 

Ryan McMaken, Mises Enstitüsü’nde kıdemli bir editördür. Ona Mises Wire ve Power and Market için hazırladığınız metinleri gönderebilirsiniz, tabii önce makale yönergelerini okumalısınız. Ryan, Colorado Üniversitesi’nden Ekonomi alanında lisans derecesine, Kamu Politikası ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Ayrıca, Colorado Eyaleti için bir konut piyasası ekonomistiydi. Commie Cowboys: The Bourgeoisie and the Nation-State in the Western Genre kitabının da yazarıdır. Arzu ederseniz e-posta adresi veya Twitter’ı üzerinden irtibata geçebilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinin “When the Private Sector Is the Enemy” adlı yazısının çevirisidir.
200 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page