23/09/2022 - Erdi Serdar
Para, belli bir toplumda genel kabul görmüş mübadele aracıdır. Tarih boyunca toplumlar iktisadî bir malı mübadele aracı olarak kabul etmiş ve bu sayede iş birliğini, üretimi, refahı artırmışlardır. Para, genel kabul gördüğü ve herhangi bir ürün veya hizmeti satın alabildiği için ayrı bir öneme sahiptir. Paranın bu özelliğinin kaybolmaması için gereken en temel koşullardan biri paranın arzının kısıtlı olması, yani para miktarının fazlaca artırılamamasıdır (ayrıntılı bilgi için bkz: Para Nedir, Nasıl Ortaya Çıkmıştır, Ne İşe Yarar?).
Serbest bankacılık ve arzı kolayca artırılamayan para sayesinde bir piyasada paranın satın alma gücü ve fiyatlar serbestçe, yani arz-talep durumuna göre ortaya çıkar. Serbest piyasada denge fiyatı artan ürünlere olan talep zamanla düşmeye eğilimli olacaktır. Diğer her şey sabitken bir ürünün fiyatının artması, o ürüne olan talebi azaltır. Piyasada bütün ürünlerin fiyatlarının sürekli artmasını engelleyen şey, para miktarının sınırsız olmaması ve insanların taleplerini mecburen kısmak zorunda kalmalarıdır. Bir sektörde gerçekleşen fiyat artışı o sektöre olan talebi azaltır ve başka bir sektöre talep artar veya insanlar paralarını bir süre saklayıp gelecekte kullanmak ister.
Ancak özellikle 20. yüzyıldan itibaren fiyatlar sürekli artar, buna rağmen talep de sürekli artar ve sonsuz bir döngü oluşur. Normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün olmayan bu durum, nasıl mümkün hâle gelmiştir? “Tüketim çılgınlığı” kapitalizmin, yani serbest piyasanın bir özelliği midir yoksa fark etmesi daha zor olan başka bir olay mı devamlı tüketime teşvik eder?
I. Parada (Altında) Sahtecilik
Parada sahteciliğin ilk yöntemi, para olarak seçilen iktisadî malın miktarında (ağırlığında) değişiklik yapmaktır. Paranın kontrolünü elinde bulunduran banka (veya kral, padişah vs.) ticaret yaptığı kişiye 10 gram altın (gümüş veya başka bir maden de olabilir) verdiğini söyler, ancak o altının bir kısmını söküp yerine başka bir metal veya belli olmayacak bir karışım eklemiştir. Toplam miktar 10 gram olmasına rağmen saf altın miktarı 9,5 gram olur. Altını alan kişi bir süre sonra bunu fark ettiği zaman 0,5 gram altını çoktan çalınmıştır.
Bu dolandırıcılık yöntemi fark edildikten sonra bundan kaçınmak için yöntemler geliştirmek kolaylaşır. Alışverişlerde kullanılan altın ayrıntılı bir şekilde incelenebilir ve kaç gram saf olduğu tespit edilebilir. Böylece bu yöntem ancak geniş yetkileri olan merkezi kurumlar tarafından zora dayalı olarak uzun süre devam ettirilebilir.
II. Kâğıt Parada Sahtecilik
Kâğıt para aslında para değildir. Taşıma kolaylığı ve güvenliği sebebiyle altının ağırlığına karşılık gelen ve hamiline altını talep etme hakkı doğuran bir belgedir. Bir bankanın kasasında 100 kg altın varsa o altınların tamamı müşterilere aittir. Müşteriler ise altının kendisini kullanmak yerine bankanın çıkardığı ilgili kâğıt parçalarını (günümüzde “kâğıt para”) kullanır. Altın, yani insanların parası güvenilir (?) ellerdedir. İnsanlar altını nasıl olsa tüketim amacıyla kullanmayacakları için çoğu zaman kâğıt parçalarıyla hayatlarını devam ettirir.
Bir süre sonra bankanın dikkatini çeken bir durum oluşur: Bankanın müşterilerinin tamamının aynı anda gelip kâğıt parçalarını ibraz ederek paralarını geri istemeleri neredeyse imkânsızdır. Çünkü toplum, parayı mübadele aracı olarak kullanır, müşterilerin belli bir kısmı paralarını talep edecek olsa da hiçbir zaman hepsi talep etmeyecek gibidir. Banka bu durumu kendi lehine çevirebilir mi?
Mademki bütün müşterilerin aynı anda paralarını talep etmesi çok düşük ihtimaldir, öyleyse bankanın ekstra kâğıt parçası düzenleyip piyasaya sürmesi risksiz bir faaliyet değil midir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 100 birim kâğıt parçası olan banka, ek olarak 20 birim kâğıt parçası düzenler ve bunu bir ürün veya hizmet satın almak için kullanır. Normal şartlarda piyasada güvene sahip olan bu bankanın kâğıdı kimseyi şüphelendirmeyecektir ve herkes o kâğıt karşılığı ürün veya hizmet sunmaya isteklidir. Çünkü o kâğıt parçasının karşılık geldiği bir altın miktarı vardır.
Tam bu noktada önümüzdeki tablo nedir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 120 birim kâğıt parçası olan banka ve 20 birimlik kâğıt parçası karşılığında bankaya ürün satmış olan birey. Farz edelim ki bütün müşteriler aynı anda kâğıt parçalarını bankaya ibraz edip altınlarını talep ettiler. Banka, 120 birimlik kâğıt parçasına karşılık gelen 120 kg altını müşterilere vermek zorunda kalır. En son 20 birimlik kâğıt parçasını elinde bulunduran kişiye 20 kg altın veremeyecektir, çünkü kasasında baştan beri 100 kg altın vardır. Normal şartlarda bu durum mülkiyet ihlalidir ve bankanın o borcunu bir şekilde ödemesi gerekir. Bankanın bu şekilde sürekli olarak faaliyette bulunması, silah tehdidi uygulamasıyla olur. Zira silah tehdidi (zorlama) yoksa mülkiyet, mülkiyetin asıl sahibinin eline geçecek şekilde düzenlenecektir.
Bu yöntem, tarihte kimi bankalarca kullanılmıştır ve bu bankalar müşterilerinin aleyhine zenginleşmiştir. Piyasada 500 birim parası dönen bankanın kasasında bu 500 birimin bir kısmı gerçek para (altın, gümüş vs.) olarak durur. Bu kısmî rezerv sistemi, ilerde merkezi otoritelerin de dahil olmasıyla yıkıcı sonuçlara sebep olacaktır.
III. Bankaların Bankası Doğuyor: Merkez Bankaları Ne İşe Yarar?
Günümüzdeki merkez bankalarına (MB) benzer ilk örnek 1694’te kurulan Bank of England idi. 1844 Bank Charter Act ile beraber yetkileri de genişledi. Zamanla diğer büyük ülkelerde benzer şekilde merkez bankaları kurdu ve nihayet ABD’de FED‘in kurulması 1913’te gerçekleşti. Merkez bankası kâğıt üstünde “özel” de olsa her zaman merkezi örgütün kontrolünde bir tekeldi ve temelde 2 rolü vardı:
a) Devletin borçlarını finanse etmek. b) Ülkedeki bankaların monopolü hâline gelip serbest piyasadaki paranın sınırlı olma özelliğini ortadan kaldırarak sürekli bir şekilde parasal genişlemeye başvurmak.
MB, devlet tarafından kabaca “bankaların bankası” ve son başvurulacak kredi mercii (lender of last resort) olarak kabul edildi. Kâğıt para basma yetkisi ve tekeli MB’ye tanındı. Devletin yaptığı harcamalar normal şartlarda altına bağlıydı, çünkü paranın kendisi altındı. MB ise kasadaki altın miktarından daha fazlasına denk gelecek şekilde kâğıt para bastı ve bu şekilde devletin sürekli borçlanmasına, sürekli harcama yapmasına, genişleyip güçlenmesine yardım etti. MB artık devletin kasası ve bütün bankaların bankasıydı. Herhangi bir banka borçları yüzünden batacak gibi olursa MB’nin desteğiyle batmaktan kurtulabiliyordu. Hâlbuki müdahalesiz piyasada batacak olan bir şirket ancak borçlarını ödeyerek veya alacaklılar tarafından affedilerek batmaktan kurtulabilirdi. Bütün bu süreçte “fakirlere yardım, eşitlik, adalet” gibi kavramlar bahane olarak bol bol kullanıldı.
En yıkıcı savaşlar, en yüksek kamu harcamalarının gerçekleştiği dönem, merkez bankalarının kurulup güçlendiği dönemlerde oldu. Kısmî rezerv bankacılığı devlet, merkez bankası ve diğer bankaların el birliğiyle tekelleştirildi.
1933’te Franklin D. Roosevelt başkanlığındaki ABD yönetimi, vatandaşların ellerindeki altınların FED’e devredilmesini ve karşılığında kâğıt banknot verilmesini emreden bir karar aldı. Altın bulundurmak ve altını devlete teslim etmemek artık suçtu. Great Depression‘ın suçu borsaya, şirketlere, serbest piyasaya atıldığı için para konusunda köklü değişimlere gitmek artık daha kolay olacaktı.
1944’te devletler bir araya gelerek Bretton Woods sisteminde anlaştılar. Buna göre ABD Doları, tüm dünyadaki merkez bankalarınca rezerv para olarak kabul edildi. Her ne kadar rezervlerde altın tutulsa ve altın-USD ikiliği olsa da kâğıt para sistemi fiilen başlamış oldu. Bu gelişmeler 1945’te IMF ve World Bank‘in kurulmasına yol açtı.
ABD (diğer devletler gibi) bu sayede sürekli borçlanıp harcama yapıyordu. 20. yüzyıl boyunca savaşlar bu şekilde devlet paralarıyla finanse edildi, halk ise gittikçe fakirleşti. ABD’nin borçları birikince Avrupa ülkeleri borçlara karşılık gelen altınların gönderilmesini talep ediyordu. Altın, ABD’nin hızını frenliyor gibiydi, harcama yapmasını sınırlıyor gibiydi. Öyleyse ne yapmalıydı?
1971’de ABD başkanı Richard Nixon altın standardının tamamen terk edildiğini açıkladı ve itibari para (fiat money) sistemine geçilmiş oldu. Artık rezerv para ABD doları olmasına rağmen her ülke kendi kâğıt parasını basacaktı. Böylece serbestçe dalgalanan kâğıt para sistemiyle ekonomi daha iyi yönetilecekti. “Bir ulusun egemenliğinin en önemli göstergesi” gibi gerekçelerle devletlerin (MB ve bankalar aracılığıyla) yoktan para yaratması topluma kabul ettirildi. Artık devletlerin önünde hiçbir engel yoktu. Merkez bankaları sınırsız miktarda para basma yetkisine sahipti. Devletler, yoktan para yaratma yarışına girdiler.
Bankalar, müşterilerine kredi vererek yoktan para yaratabiliyordu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bankaların yaptığı şey bilgisayar klavyesinin tuşuna basmaktan ibaretti. İnsanlığın binlerce yıllık para serüveni ve kazanımları böylece bir avuç azınlığın tekeline geçmiş oldu. Bütün insanlara devletin hiçlikten para basma yetkisinin normal ve gerekli olduğu fikri empoze edildi, eğitim kurumları buna göre düzenlendi, üniversitelerin ve akademisyenlerin görevi bu oldu. Enflasyon kavramının bile tanımı değiştirildi. Bütün dikkatler sebepten ziyade (parasal genişleme) sonuca yönlendirildi (mal fiyatlarındaki artış). İtibari para ve kısmî rezerv bankacılığı sistemini halka empoze etmekle görevli olan akademisyenler karmaşık iktisadî denklemler ve kavramlarla devleti her seferinde aklamaya çalıştı. Devlet harcamaları artık bir sorun olmaktan çıkmıştı, çünkü devlet zaten parayı yaratan örgüttü. Halkın bir sorunu olduğu zaman devlet para basarak sorunu çözecekti. Altın standardına dönüş çağrıları geri kafalılık olarak nitelendirildi. Toplumlar bir süreçten geçmiş ve kendi istekleriyle (!) itibari para sistemini kabul etmişti. Dolayısıyla eski tarihli çalışmayan sistemlere dönmenin bir manası yoktu. Yoktan yaratılan para olmadan ekonomi nasıl gelişecekti? BTC standardı çağrıları da benzer şekilde aşırılık olarak nitelendirildi. Bir paranın arkasında devlet yoksa o paranın işlemeyeceği fikri, insanlar tarafından benimsenmiş gibiydi.
Devlet, sürekli kâğıt para basarak yapay bir büyümeye sebep oluyor ve bunun sonucunda ekonomik daralma gerçekleşiyordu. Bu daralmalar artık hayatın bir parçası hâline geldi. Daralmanın çözümü de yeni bir para genişlemesi olarak tanıtıldı. Çünkü devletin anlattığına göre ekonomik daralmalar serbest piyasanın doğasıydı ve ancak devlet müdahalesiyle (para genişlemesi başta olmak üzere) çözülebilirdi.
İnsanlık tarihindeki belki de en büyük suç tamamlanmış oldu. Devlet, tarih boyunca ulaşamadığı kadar güce ve yetkiye böylece ulaştı.
ABD dolarının 1913’ten günümüze kadar satın alma gücü grafiği
IV. Sonuç
İnsanlığın bulduğu en etkili iletişim aracı olan, iş bölümünü sağlayıp ekonomik refahı getiren para (altın, gümüş vb.), devletlerin her istediğini yapmasını engellediği için terk edildi. Devletler para arzı kısıtlı olan ve yoktan yaratılamayan altını bu sebeple terk etti.
Devletler paraya el koyduğundan beri paranın satın alma gücü sürekli bir şekilde düştü; diğer bir deyişle ürün ve hizmetlerin fiyatları sürekli bir şekilde arttı. Devlet ve ona bağlı akademisyenler çareyi insanları deflasyonun (fiyatlardaki düşüş kast ediliyor) kötü bir şey olduğuna inandırmaya çalışmakta buldu.
İtibari para (fiat money) ve kısmî rezerv bankacılığı (fractional reserve banking) yüzünden artık devletler her istediğini yapabilir hâle geldi. Toplumdaki kıt kaynaklar, bu yolla politik amaçlar için kullanılabildi.
Serbest piyasada elde edilemeyecek miktardaki para, devlet politikalarıyla basılabilir hâle geldi ve böylece savaşlar çıkarıldı, başka ülkeler işgal edildi, yıkıcı silahlar üretildi.
Hiçlikten yaratılan para, gelirin belli bir kesime aktarılmasına sebep olduğu gibi zamanla artan fiyatlar yüzünden toplumun geri kalan kesimi fakirleşti. Boom-bust döngüleri birbirini izledi.
Yoktan yaratılan para sayesinde talep sürekli canlı tutuldu (yapay bir şekilde) ve doğadaki kaynaklar böylece hızla tüketildi.
Comments