27/07/2012 - Murray N. Rothbard
Son zamanlarda liberteryen cenahı bölen önemli soruların neler olduğunu düşünüyordum. Son birkaç yılda ilgi gören sorular bazıları şunlardır: Anarko-kapitalizm mi sınırlı hükümet mi, köleliğin kaldırılması mı reformculuk mu, doğal haklar mı menfaatçilik mi ve savaş mı barış mı? Ama, ne kadar önemli olsa da bu soruların, sorunun özüne, yani aramızdaki önemli ayrım çizgisine inmedikleri sonucuna vardım. Örnek olarak, son yılların önde gelen anarşist ve kapitalist eserlerinden ikisini ele alalım: Benim kitabım olan "For a New Liberty" ve David Friedman'dan "The Machinery of Freedom". Yüzeysel olarak kitaplar arasındaki en büyük farklar Friedman'ın ahlâksız faydacılığının aksine benim duruşumun, doğal haklar ile harmanlanmış, rasyonel ve özgürlükçü bir hukuk kanunu ile liberal olmayan özel polis teşkilatlarına arka çıkmayla değiş tokuş çağrısıdır. Ama aradaki fark bununla sınırlı değildir. Tıpkı diğer kitaplarım gibi "For a New Liberty" kitabımda da devletin insanlığın düşmanı olduğuna dair kanaate dayanarak, devlete ve tüm çalışmalarına karşı derin bir nefret vardır. Lakin David'in devletten nefret etmediği açıktır; anarşizm ve rakip özel polis kuvvetlerinin diğer herhangi bir alternatiften daha iyi bir sosyal ve ekonomik sistem olduğu kanaatine varmıştır. Anarşizmin laizzes-faire anlayışından daha iyi olacağını savunmuştur ki bu da mevcut sistemden iyidir. David Friedman, tüm siyasi alternatifler arasında anarko- kapitalizmin en iyi görüş olduğuna karar verdi. Ama onun için anarko-kapitalizm, sadece mevcut bir siyasi yapıdan daha üstündür ki bu da oldukça makuldür. Kısacası David Friedman'ın herhangi bir anlamda mevcut Amerikan Devleti'nden veya bir devletten nefret ettiğine dair hiçbir işaret yoktur, o yağmacı ve soyguncu, köle ve katil çetelerinden nefret etmektedir. Anarşizmin tüm olası rejimler arasında en iyisi olacağına dair bir kanaat vardır, ancak şu an içinde olduğumuz düzen; arzu edilebilirlik açısından oldukça uygundur. Çünkü Friedman, herhangi bir devletin azılı bir suçlular çetesi olduğuna inanmamaktadır. Aynı görüş, politik filozof Eric Mack'in yazılarında da yer alır. Mack, bireysel haklara inanan bir anarko-kapitalist olmasına rağmen, eserlerinde devlete karşı nefret belirttiği bir ibare yoktur. Dahası, devletin yağmacı bir çete olduğunu da belirtmez. Yaptığımız ayrımı en iyi tanımlayan kelime, radikaldir. Varoluş açısından mevcut siyasal sisteme ve devletin kendisine, kökten muhalefet edecek kadar radikal olmamızdır. Devlete karşı gösterilen entelektüel muhalefet ve yaygın organize suç ile adaletsizliğe karşı nefret duyacak kadar radikal olmamızdır. Akıl ve duyguyu, kalbi ve ruhu bütünleştiren özgürlük ve devlet karşıtlığı ile insan ruhuna derin bir bağlılık anlamında radikal olmamızdır. Dahası, bugünlerde doğru görünen şeyin aksine, bizim açımızdan radikal olmak için bir anarşist olmanıza gerek yok, tıpkı radikal kıvılcımı kaçırırken bir anarşist olabileceğiniz gibi. Günümüzde sınırlı devleti savunan birinin radikal olma ihtimalini düşünemiyorum. Gerçekten radikal olup da devletçilikten ve devletten tutkuyla nefret eden klasik liberal atalarımızı düşündüğümüzde, bunun gerçekten şaşırtıcı bir olgu olduğunu görürüz. Levellerler, Patrick Henry, Tom Paine, Joseph Priestley, Jacksonianlar, Richard Cobden ve diğerleri, geçmişte yaşayan büyük filozof ve düşünürlere örnek verilebilir. Tom Paine'in devlete ve devletçiliğe karşı duyduğu radikal nefret, liberteryen görüş için serbestlik ve anarşizm arasındaki farkı asla aşmamış olmasından çok daha önemliydi. Albert Jay Nock, H.L. Mencken ve Frank Chodorov gibi düşünürlerin üzerimde etkisi oldukça radikal olmuştur. Nock’ın kitabı "Our Enemy, the State" ve diğer tüm eserleri, devlete karşı duyduğumuz nefreti arttırdı ve bir yıldız gibi yolumuzu aydınlattı. Bu düşünürler teorik olarak anarşizme kadar gidemedilerse ne olmuş? Bir Albert Nock, mevcut statükodan fazlasıyla rahat olan yüz anarko-kapitaliste yeğdir. Günümüzün Paine’leri, Cobden’leri ve Nock'ları nerede? Neden laizzes-faire savunucusu sınırlı devletçilerin neredeyse hepsi muhafazakârlardan ve vatanseverlerden oluşuyor? Eğer radikalin zıttı muhafazakâr ise, bizim radikal laissez-faire savunucularımız nerede? Sınırlı devleti savunanlar gerçekten radikal olsaydı, aramızda neredeyse hiçbir ayrım olmazdı. Şu anda bu akımı gerçekten bölen çatışma, anarşist ve minarşistler arasında değil, radikaller ve muhafazakârlar arasındadır. Tanrım, anarşist olsalar da olmasalar da radikalleri bizim safımıza ver. Analizimizi ilerletmek için şunu bilmemiz gerekir. Radikal devlet karşıtları, herhangi bir anlamda özgürlükçü sayıldıkları için son derece değerlidirler. Bu nedenle birçok insan, köşe yazarları Mike Royko ve Nick von Hoffman'ın çalışmalarına hayranlık duyuyor çünkü bu yazarları özgürlükçü sempatizanlar olarak görüyorlar. Öyle olmalarına rağmen bu gerçek, yazarların gerçek önemini kavramaya yetmiyor. Royko ve von Hoffman'ın yazıları boyunca, apaçık tutarsız olmaları kadar devlete, devletin tüm politikacılara, bürokratlarına ve müşterilerine karşı duydukları radikal nefret özgürlükçülüğün ruhuna; rakip mahkemelerin "modeline" kadar her kıyasa ve ön sava harfi harfine soğukkanlılıkla uyacak birinden çok daha sadıktır.
Radikal muhafazakâr kavramını yeni bir anlamda ele alarak, artık tanınan "kölelik karşıtlığı" ve "reformculuk" kavramlarını analiz edelim. İkinci kavram, editör Bob Poole'un Milton Friedman'a bu tartışmada nerede durduğunu sorduğu Reason dergisinin Ağustos sayısında (ki her bir satırı muhafazakârlık yanlısı olan bir dergidir) ortaya atılmıştır. Freidman ise, "entelektüel korkaklığı" kınama fırsatını kullanarak "buradan oraya" ulaşmanın "uygulanabilir" yöntemlerini ortaya koymakta başarısız olur. Böylece Poole ve Friedman, aralarındaki gerçek sorunu gizlemiştir. Fırsat önlerine gelirse, uygulanabilir bir yöntem ile kademeli bir kazancı elde etmeyecek kölelik karşıtı tek bir insan yoktur. Aradaki fark, kölelik karşıtlarının temel ilkelerini asla saklamaması ve hedeflerine kilitlenip mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ulaşmayı istemesidir. Dolayısıyla kölelik karşıtları doğru yönde atılacak tedrici bir adımı, başarabileceği tek şey bu olduğundan kabul edecek olsa da bunu isteksizce, her zaman çok net tuttuğu bir hedefe doğru sadece bir ilk adım olarak kabul eder. Kölelik karşıtı, eğer böyle bir düğme olsaydı, devleti derhâl ortadan kaldıracak bir düğmeye basmaktan başparmağını su toplatacak bir "düğme iticidir". Ancak ne yazık ki böyle bir düğmenin mevcut olmadığını ve gerekirse ekmekten bir parça alacağını, ancak bunu başarabilirse her zaman ekmeğin tamamını tercih edeceğini bilir.
Milton'un kupon planı, negatif gelir vergisi, stopaj vergisi, kâğıt para gibi en ünlü "kademeli" programlarının çoğunun özgürlükten uzak, yanlış yönde kademeli (hatta çok kademeli değil) adımlar olduğu ve dolayısıyla bu planlara karşı birçok özgürlükçünün muhalif olduğu belirtilmelidir. Düğmeye basma pozisyonu, kölelik karşıtlarının devlete ve işlediği muazzam suçlar ile yarattığı baskıdan duyduğu derin ve köklü nefretten kaynaklanmaktadır. Böylesine bütüncül bir dünya görüşüne sahip olan bu radikal liberteryenler, ne sihirli bir düğme ne de herhangi bir gerçek hayat sorununa bağlı bir fayda-maliyet hesabıyla yüzleşmeyi asla hayal edemez. Devletin mümkün olduğunca hızlı ve tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini bilirler.
İşte bu nedenle radikal bir liberteryen, sadece köleliğe karşı olmakla kalmaz, aynı zamanda devletin küçültülmesine yönelik bir tür görkemli ve ölçülü prosedür için Dört Yıllık Plan gibi terimlerle düşünmeyi de reddeder. O, ister anarşist ister laissez-faire olsun, "İlk yıl gelir vergisini yüzde 2 azaltacağız, MTO’yu kaldıracağız ve asgari ücreti düşüreceğiz; ikinci yıl asgari ücreti kaldıracağız, gelir vergisini yüzde 2 daha düşüreceğiz ve sosyal yardım ödemelerini yüzde 3 azaltacağız vs." gibi vaatlerle düşünemez. Radikal bir liberteryen bu tür terimlerle düşünemez, çünkü o devleti ölümcül bir düşman olarak görür ve onu her yerde ve her zaman parçalaması gerektiğini düşünür. Radikal liberteryen için ister bir vergiyi ister bir bütçe ödeneğini ya da düzenleyici bir gücü azaltmak veya kaldırmak olsun, devleti kesip atmak için her fırsatı değerlendirmeliyizdir. Ve radikal bir liberteryen, devlet ortadan kaldırılana ya da minarşistler için küçük, laissez-faire gibi bir role indirilene kadar bu amacından sapmayacaktır.
Birçok insan merak etmiştir: Neden şimdi anarko-kapitalistler ve minarşistler arasında önemli siyasi anlaşmazlıklar olsun ki? Bu kadar çok ortak zeminin olduğu bu devletçilik dünyasında, neden iki grup Cobden'cı bir dünyaya ulaşana kadar tam bir uyum içinde çalışamıyor ve sonrasında anlaşmazlıklarımızı dile getiremiyoruz? Neden şimdi mahkemeler gibi konularda tartışıyoruz? Bu mükemmel soruya cevap olarak, minarşistlerin klasik liberalizmin doğuşundan 1940'lara kadar olduğu gibi radikal olmaları sonucu bu şekilde el ele yürüyebileceğimiz ve yürüyeceğimizdir. Bize devlet karşıtı radikalleri geri verin, o zaman hareket içinde uyum gerçekten de zafere ulaşacaktır.
Comments