Stephan Kinsella - 11.12.2006
Düşünceler ya da emek gibi kıt olmayan şeylerin sahiplenilebilir olup olmadığı konusu “Thoughts on Intellectual Property, Scarcity, Labor-ownership, Metaphors, and Lockean Homesteading”, “Intellectual Property and Think Tank Corruption” ve “New Working Paper: Tibor Machan on IP” gibi yakın tarihli çalışma ve tartışmalarla yeniden gündeme geldi.
Johan Ridenfeldt geçenlerde dikkatimi Murray Rothbard, Hans-Hermann Hoppe, David Gordon ve Leland Yeager ile etik üzerine yapılan 1988 tarihli bir açık oturuma çekti:
Soru: Profesör Hoppe’ye bir sorum var. Bireysel egemenlik fikri bilgiyi de kapsar mı? Düşüncelerim, fikirlerim ve teorilerim üzerinde egemen miyim? ...Hoppe’nın cevabı: ... bir düşünceye sahip olmak için vücudunuz üzerinde mülkiyet haklarınız olmalıdır. Ancak bu, düşüncelerinizin sahibi olduğunuz anlamına gelmez. Düşünceler, onları anlama yeteneğine sahip olan herkes tarafından kullanılabilirlerdir.
Bu benim mülkiyet ve kıtlık konusundaki kendi görüşlerimle uyumludur (ve elbette benim görüşlerimden öncesine dayanır). Her zamanki gibi, Hoppe bunu erkenden ortaya koymuştur.
(Ayrıca bkz. Jörg Guido Hülsmann’ın “Knowledge, Judgment, and the Use of Property” makalesinin 44. sayfası ve benim “Knowledge, Calculation, Conflict, and Law” makalemin 58. sayfası, bilginin iktisabı ve kullanımının salt teknik bir sorun olduğunu tartışır.)
Benim görüşüm, Against Intellectual Property’de savunduğum gibi, ilk olarak sadece bazı tür “şeylerin” sahiplenilebilir olduğudur. Yani, bir şeyin sahibinin kim olduğunu sormadan önce, o şeyin sahiplenilebilir olduğunun, yani mülkiyet haklarının uygulanabileceği türden bir şey olduğunun tespit edilmesi gerekir. Rothbard’ın “telif hakkı”nın bir versiyonunu türetme girişimindeki (ama aslında patentleri de kapsıyor gibi görünüyor, çünkü icatları da kapsayacağını düşünüyor) bir hata da bence budur. Rothbard (yukarıdaki makalede ayrıntılı olarak açıkladığım gibi) bir müşterinin bir romancı ile bir kitabın sadece tek bir kopyasını satın almak ve onu kopyalamamak için sözleşme yaptığı durumlarda, üçüncü bir tarafın da kitabı kopyalayamayacağını, çünkü sadece müşterinin sahip olduğu haklara sahip olduğunu varsayar. Bu da dolaylı olarak bilginin sahiplenilebilir olduğunu varsaymaktadır.
Bence Machan da örneğin bir roman, şiir ya da icat gibi kavramsallaştırabildiğiniz veya adlandırabildiğiniz herhangi bir “şeyin” “var olduğunu” ve “dolayısıyla” sahiplenilebileceğini üstü kapalı bir şekilde varsayarak hata yapıyor. Ve bu şeyler sahiplenilebilirse, doğal olarak, bu şeyle en iyi bağlantısı olan ya da bu şey üzerinde hak iddia eden kişi onun yaratıcısıdır. Tibor Machan’ın belirttiği gibi:
Bir şeyin özel mülkiyet statüsü, önemli ölçüde amaçlı bir nesne olmasına bağlı gibi görünmektedir -özel mülkiyete sahip bir varlık olma statüsü, bir fail ile hangi zihinsel ilişki içinde durduğuyla ilgilidir. Ancak bu durumda, söz gelimi entelektüel şeyler, özel mülkiyet olarak nitelendirilmek için örneğin bir ağaç ya da dağdan daha iyi bir aday gibi görünmektedir. Buna karşın bu ağaç ya da dağlar yalnızca insanların amaç ve niyetleriyle ilişkilendirilebilirken, bir şiir ya da roman insanlar tarafından düşünülüp amaçlanmadan (zihinsel olarak yaratılmadan) kendi öz kimliklerine sahip olamazlar.
(Bu biraz Ayn Rand’ın “patentler mülkiyet haklarının kalbi ve özüdür” diye yazarak patentleri somut mallardaki mülkiyet haklarının üzerine çıkardığı zaman yaptığı şeyi anımsatmaktadır. Bkz. yukarıda bağlantısı verilen Against Intellectual Property adlı çalışmamın 18. sayfası).
Buradaki sorun, kavramsal olarak tanımlayabileceğiniz herhangi bir “şeyin” sahiplenilebileceğini varsaymasıdır. Bununla ilgili bir diğer sorun da gerçekliği, şeyleri isimlendirme ya da kavramsal olarak tanımlama şeklimize bağlı kılıyor gibi görünmesidir. Eğer ifadenizi “roman” olarak adlandırıyor ya da anlıyorsam, o zaman ifadeniz “roman” adında bir ögedir. Ancak bunun dünyanın kavramsal olarak anlaşılması için yeterli olması, “roman” adı verilen ve sahip olunabilecek “ontolojik” bir varlık sınıfı olduğu anlamına gelmez. Aslında kavramlarımız gerçekliğin pek çok olgusuna ya da yönüne -gerçek, aşk, bu sabah uyandığım gerçeği, dünyanın yaşı, en sevdiğim içki- atıfta bulunmak için kullanılır. Bu şeyler sadece kavramsal olarak tanımlanabilen “şeyler” oldukları için sahiplenilebilir mi? Ben öyle düşünmüyorum.
Hangi şeylerin sahiplenilebilir olduğunu sorduğunuzda, sahibinin kim olduğunu sormadan önce, kriterlerin mülkiyet haklarının amacına bağlı olduğunu fark edersiniz; bu da çatışmayı önlemek için sahiplerin atanmasıdır; yani, üzerinde çatışma olabilecek türden şeylerle ilgilidir -bu da çekişmeli (kıt) kaynaklarla ilgilidir. Gerçekler veya anılar veya tarifler veya desenler veya bilgilerle ilgili olmadıkları açıktır. Dolayısıyla bir şiirin kime ait olduğu sorusuna asla ulaşamazsınız. O basitçe sahip olunabilir şeyler sınıfının bir parçası değildir. İsterseniz ona bir şey deyin; “var” deyin; bana uyar. Ama sahip olunabilir bir şey değildir.
Mülkiyet sorgulamasını kıt kaynaklarla sınırlandırırsanız, “yaratma” sorununun hiçbir zaman gerçekten gündeme gelmediğini görürsünüz: daha önce de belirttiğim gibi, bağımsız bir mülkiyet kaynağı olarak “yaratma” üzerine odaklanmak kafa karıştırıcı ve kusurludur. Aslında başlıca kıstas ilk kullanımdır (“Nasıl Kendimizin Sahibi Olabiliyoruz?” başlıklı makalemde ayrıntılarıyla açıkladığım gibi). Bu, söz konusu herhangi bir kıt kaynağın (beden özel bir durumdur) mülkiyet hakkını belirlemek için yeterlidir. Görünüşe göre yaratım ne gerekli ne de yeterlidir: Örneğin bir elmayı mülkümde yetiştiren ve onun hasadını alan ilk kişi bensem, elmayı yaratmamış olsam bile ona sahibim (evet, fırsatın farkına varmak için yaratıcı çabalarınız veya “emeğiniz” gerektiğinden, bir anlamda onu “yarattığınızı” söylemek için dile adeta işkence edebilirsiniz, ancak kabul etmeliyiz ki elmayı siz yaratmadınız). Yani yaratma gerekli değildir. Ve eğer bir başkasının granit mutfak tezgahından bir heykel yaratırsanız, ona sahip olmazsınız -yani yaratım yetersizdir. Buna karşılık, kendi mutfağınızdaki granitten bir heykel yaratırsanız, ortaya çıkan heykele sahip olursunuz, ancak onu yarattığınız için değil de zaten ona sahip olduğunuz, sadece şeklini değiştirdiğiniz için.
Randçılar hakları insanın “üretken” olma “ihtiyacı” gibi gerekçelere dayandırmaktadır. Ben bunu çok kusurlu ve titiz olmayan bir yaklaşım olarak görüyorum. Onları mülkiyetin mihenk taşı olarak yaratıma odaklanmaya iten şey budur; ve bu yüzden fikrî mülkiyet haklarını tanımaya ve savunmaya bu kadar heveslidirler -çünkü evet, bu şeyler vahşi doğada bulunan ve sahiplenilmeyen kıt kaynaklardan daha fazla “yaratılmıştır”.
コメント