27/03/2011 - Serkan Kiremit
“Marx iktisat arabasını hukuk atının önüne koymuştu. Coase ise sonunda atı olması gereken yere koydu.”
Tom Bethell
Bilinenin aksine, Ronald Coase ekolü ve onun hukuktaki büyük takipçisi Richard Posner, mülkiyet haklarını hiçbir zaman ilkesel olarak savunmamışlardır. Coase ve Posner argümanlarında bu hakları genellikle hukuktaki çözümsüzlüklere fayda sağladıkları için kullanmışlardır. Ancak Coase’un ilgilendiği şey aslen hukuktaki çözümsüzlükler değildir; bu nedenle araştırmaları sosyal hukuk devletindeki iktisadî yapılanmaya bir katkı olarak algılanmalıdır.
Öyleyse sorun nerede? İktisatta es geçilen konulardan biri de teorinin pratiğe uygulanmasıdır. Coase tam da bunu yapmayı kendisine düstur edinmiştir. Teori gerçek hayattaki en ufak bir soru karşısında dahi yanıtsız kalırsa ne olacaktır? Açıkçası ya kendini yenileme yoluna gidecek ya da suskunluğa gömülecektir. Coase ekolünün “radikal liberal iktisatçılarına” verdiği yanıtlar aslında Coase’un teorisinin hiçbir zaman pratikte uygulanamayacağını, uygulansa dahi sosyal maliyetleri açısından “birilerinin canını yakacağını” gösterir. Bu da bir teorinin talihsiz bir pozisyon aldığının apaçık kanıtıdır. Bu açıdan “The Nature of the Firm” ve “The Problem of Social Cost” makaleleri iktisada yabancı ve sorunludur.
Türkiye’de Coase’u popüler yapmak gibi moda var. İktisadî meseleleri elbette tartışacağız, ama neden bugünlerde ilk olarak Coase ele alınıyor? Düşündürücü tabii…
Coase’un neo-klasik dışsal maliyet teorisine karşı çıkışı önemlidir. Çözümü neo-klasik iktisattan daha faydacıdır; iktisatta etik ve ilkeden yoksun bir yanıt bulmaya çalışmıştır. Bu da Coase’un karşı çıktığı neo-klasik teorinin yarattığından daha sıkıntı verici sorunlara sebep olmuştur. Örneğin neo-klasik iktisat, plastik şişe üreten bir fabrikanın bir gölün suyunu veya havayı zehirleyebileceğini, bunun da hastalıkları arttırıp devletin sağlık sisteminin yükünü arttırabileceğini söyler. Bunu çözmenin tek yolu fabrikaya ceza kesmek, üretimi durdurmak, daha fazla vergi almak veya tazminat ödetmektir. Oysa bu çözümler tam da neo-klasik iktisadın devletçi bakışını öne çıkarır. Başka bir örnek verelim: Bir ineğin çıkardığı günlük gaz miktarı 100 otomobilin bir günde çıkardığı egzoz gazı miktarına eşittir. O zaman neo-klasik iktisada göre bütün inekler vergi vermelidir ya da ineklerin kafaları kesilmelidir. Yaşasın devlet regülasyonu!
Coase neo-klasik iktisadın bu saçma sonuçlar veren teorisini reddetmiştir. Fakat çözümünü genelleştirmekten kaçırmıştır. Serbest piyasada kendiliğinden uygulanan kazan-kazan düşüncesine uygun olarak, tarafların kendi aralarında anlaşmalarının daha uygun olacağını öne sürmüştür. Ancak gerçek hayatta ineklerle toplumun anlaşmaya varmasını beklemek ne kadar mantıklıdır? Bu açıdan Coase’un teorisi komiktir. İlâveten, Coase’un Chicago Okulu ile girdiği entelektüel sınavı da burada ele almalıyız. Liberal iktisadın en önemli üç ayağından sadece birini savunan bir ekolün ne kadar liberal olduğu sorgulanmalıdır. Fiyatların piyasada oluşması dışında Chicago ekolünün serbest piyasa iktisadı adı altında savunduğu fazla bir şey yoktur. Piyasaya uzun ya da kısa dönemde müdahale edilmesi gerektiği hakkındaki düşünceleri açıktır, çünkü Chicago ekolü piyasa başarısızlığına inanan bir ekoldür ve devlet müdahalesine olumlu bakar. Milton Friedman parayı piyasanın değil, devletin yarattığını savunur. Chicago ekolü, merkez bankasının para basmasından vergi ve devlet müdahalelerine kadar, toplumdaki kaynakların devlet eliyle aktarılmasını savunarak kendisinin sosyal demokrat bir ekol olduğunu saklamaz. Açıkçası Chicago ekolü ve Coase arasında hiçbir fark yoktur. Bu körler ve sağırlar birbirini ağırlar tartışmasının tek bir mağlubu vardır: iktisat.
İster sadece bilgisizlik deyin ister unutulmuş bir nokta deyin, bu tartışmada özel mülkiyetin önemini ele almamak sonucu değiştirmez. Netice itibariyle, bu durum iktisadın ilkelerini sarsıp onun başka bir şeyin peşinde koşmasına yol açmıştır. Coase mülkiyet haklarından ziyade anlaşmadan doğan faydanın peşindedir. Fakat bu faydanın yarattığı maliyetlerin aşırı derecede yüksek olmasına ve zaman almasına ne diyeceğiz? Kirliliğin yayılma hızı belli iken ineklerle insanların anlaşmalarından doğacak vakit kaybını bir düşünün. Bu Coase’un teorisinin belirgin bir kusurunu ortaya çıkarıyor. Diyelim anlaşma sağlandı ve (kendileri hakkında dahi tam bilgiye sahip olmayan) taraflar ineğin gaz çıkarmasını engellediler. Ancak, iktisadın görünmez yüzü burada ortaya çıkıyor. İnek gaz çıkartamayacağı için gübresindeki karbon monoksit oranı bozulacak ve çiftçiler yetiştirdikleri bitkilerde hasat ve kalite kaybına uğrayacaklar. Hasattaki azalma da fiyatların artışına neden olacak.
Coase’un teorisinde üstü kapalı ilginç bir nokta vardır. Coase’a göre aslında piyasa başarısızlığı yoktur, işlem maliyetleri bunun yerini almıştır. Örneğin, maliyetleri özel kişilere kıyasla daha hızlı minimize ettiği için devlet, bir mülkün, hakkın veya ürünün sahibi olabilir. Haklar, bu haklara en çok değer verenin elinde olacaktır. Bu muğlak bir ifade değildir, mülkiyet haklarına düşman olan birinden gelebilecek bir ifadedir. Oysa radikal liberal iktisadın kafası asla karışık değildir; mülkiyet haklarını ortaya koyduğu için sorunun çözümünde nettir ve klasik iktisadın kabul ettiği tarihsel ve sağduyulu yaklaşımı paylaşır. “Hasankeyf’i mi kurtaralım yoksa baraj mı yapalım?” sorusuna verdiği yanıt nettir. Mülkiyetin ilk sahibi kimdir? Hasankeyf ve halkı.
İkinci soru da Datça’nın üzerine yapılacak nükleer santral meselesi hakkında. Sorunun yanıtı sosyal maliyetlerin azalması, sosyal faydanın artışı, enerji artışı veya başka bir şeyle ilgili olabilir. Gerçi iktisadî açıdan bakıldığında nükleer santralin kurulması daha faydalıdır, ama kimse başkalarının mülkiyetine saldıramaz, onu ellerinden zorla alamaz. Datça’daki durum piyasanın barışçıl olması, gönüllülüğe dayanması ve zorlamanın olmaması tezine terstir. Kimse Datça halkının mülküne onların istemedikleri bir şeyi yapamaz. Toprak reformuna bu kadar istekli oluşumuz elbette budur. Sermaye birikimi öncelikle sahiplenilmiş sınırlardan, araçlardan ve ürünlerden sağlanmıştır. Eğer inekleri sahiplenmemiş olsaydık, tıpkı kelaynak kuşları gibi yok olurlardı. İnekler doğanın bize sunduğu nimetlerdendir – aynı bir toprak parçası veya kaya gibi. Ne yazık ki inekler gaz çıkaracaktır, fakat ineklerin bize sağladığı faydalar müthiştir: Derisi, sütü, eti, eşyalarımızı taşıma ve toprağı sürme aracı olması vs. Eğer ineklerin gaz çıkarmasından rahatsız olan varsa ya dünyayı terk etmelidir ya da bütün inekleri satın almalıdır.
Oysa Coase’un büyük takipçisi Posner serveti arttıran her şeyi âdil-doğru-haklı, arttırmayan her şeyi de kötü-yanlış-haksız olarak nitelendirir. Bu doğrultuda Posner’a göre mahkemelerin görevi, mülkiyet haklarını serveti maksimize edecek şekilde düzenlemek ve kaynak tahsisinin buna göre yapılmasını sağlamaktır. SSCB’de kaynak tahsisi iktisatçılar tarafından yapılırken, Posner bu görevi hâkimlere bırakır. Burada önemli olan şey, mülkiyet haklarının piyasa sürecinin dışında olan biçimlerde (örneğin miras veya hediye) değil de değişen koşullar içinde sosyal faydaya göre el değiştireceğidir. Bir domates tarlasından geçen demiryolu tarlaya zehirli kıvılcımlar saçıyorsa, burada sosyal faydaya daha fazla katkıda bulunan demiryolu şirketi haklıdır ve tarla artık demiryolu şirketinindir. Böylece mülkiyet durmaksızın el değiştirecektir. Mülkiyetin nihayetinde kimin elinde kalacağı belli olmadığından dolayı, toplum, mülkiyete dayalı işbirliğini sonlandıracak ve böylece aslında kendi medeniyetine son verecektir.
Argümanımızı biraz açarsak, Posner ve Coase sağlam bir kişi yerine yedi hastaya yapılacak organ naklinde bile sosyal fayda ve işlem maliyeti düşüklüğü ararlar. Genç birinin organları kıtır kıtır kesilerek, korneası, böbreği, kalbi, karaciğeri, ilikleri, saçları ve cinsel organı başka hastalara nakledilir ve toplumsal fayda sağlanmış olur. Açıkçası bir insanın ölümü fazla önemli değildir, o kişi mülkünün sahibi olabilir. Fakat esas mesele toplumsal faydanın artışı ve kaynak tahsisidir. Sonuç itibariyle bir sağlam insan yerine yedi sağlam insan elde edilir. İyi de, tüm mesele bu mudur? İşte Coase Teoremi bu kadar sakat ve kusurludur.
Benim düşünceme göre Coase mülkiyet haklarının (yaşamın) düşmanıdır. Başka bir şey değildir – ne azı ne de fazlası. Coase’u özgürlüğün büyük dostu olarak sunmak da nereden çıktı, anlamıyorum. Bugünlerde neler oluyor liberallerimize?
Comments