top of page

Hükümetin Parasal Tekeli ve Keynesyencilik

Günümüzde doğru bilinen yanlışlardan biri, hükümetin para arzını yönetmesi gerektiği fikridir. Bu düşünce, ana akım iktisat düşüncesinin ve ülkelerdeki siyasi partilerin tartışmasız kabul ettiği bir varsayımdır. Özellikle günümüzde hükümetler tarafından kabul edilen iki ekonomik düşünce ekolü olan Keynesyenler ve Monetaristler birbiriyle zıt metodolojiler benimsemelerine rağmen, hükümetin para arzını genişletmesi konusunda hemfikirdirler. Peki, gerçekten hükümetin para üzerindeki tekeli bireylerin yararına mıdır? Bu sorunun cevabı Ayn Rand, Saıfedean Ammous ve Friedrich Hayek gibi pek çok liberteryen düşünür tarafından hayır olarak yanıtlanmıştır. Bunun nedeni ise hükümetin kendi eliyle tekel yaratarak, para dediği şeyi bireye otoritesiyle kabul ettirmesidir. Bu nedenin daha iyi anlaşılması için Altın standardı dönemin sonrasını ve 1930’dan sonra başlayan tuhaf Keynesyen politikaları incelemek gerekmektedir.


1815-1914 yılları arasını kapsayan Klasik Altın Standardı dönemin Batı’nın altın çağı olarak nitelendirilmektedir. Altın standardı ile gelen güçlü parasal standartlaşma bireylerin refahını arttırarak parasal mübadele aracına sahip olmanın milletlerarası faydalarının bölüşümüne ve tek bir para olması nedeniyle ticaretin, işbölümünün ve uzmanlaşmanın artmasına yol açmıştır. Ayrıca altın standardı otomatik piyasa gücü temin ederek, devletin enflasyonist potansiyelini kontrol altında tutmuştur. 19. Yüzyıl klasik altın standardı her yönüyle mükemmel olmasa da, iyi işleyen, konjonktür dalgalarının kontrol altında tutulmasını sağlayan, ticaretin, mübadelenin ve yatırımın belli bir standardı kazandığı en iyi parasal sistem olarak adlandırılabilir. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte en büyük değişim para üzerinde oldu. Hükümetler için savaş karsısında para basmanın kolaylığı cezbedici bir hal aldı ve üstelik savaş nedeniyle insanlardan vergi toplamak daha kolaylaştı. Böylelikle hükümetler altına dönüşümü askıya alarak hükümet paralarını kullanmaya başladı. Hükümetler böylece daha fazla karşılıksız para basabildi ve basılan bu paralar insanlar ve ülkeler tarafından kabul edildiği sürece savaş finansmanında kullanıldı. Böylece ülkeler, altın standardından çıkmış oldular ve karşılıksız para basımı ile yaşanan devalüasyonlar kur kontrollerini, gümrük tarifelerini ve uluslararası ticareti çökertti. Enflasyona kurban giden poundlar, franklar, marklar vs. altın ve dolar karşısında sürekli olarak değer kaybetti ve tüm dünyada parasal bir kaos hakim oldu. Savaş bittikten sonra ise o dönemde altın standardında kalan İsveç frangı ile kıyaslandığında diğer ulusların parası büyük değer kaybetmişti. Ülke I. Dünya Savaşı Para Değer Kaybı ABD %3,44 İngiltere %6,63 Fransa %9,04 İtalya %22,3 Almanya %48,9 Avusturya %68,9


Tabloda ülkelerin ulusal paralarının, altın standardında kalan İsveç Frankı’na karşı yaşadıkları değer kaybı gösterilmektedir. Bu tablo ile Avrupalı ülkelerin altın standardında kalmaları durumunda tarihi gidişlerinin farklı olacağını söylemek mümkündür. İki Savaş arası dönemde ise 1929 borsa krizi ile patlak veren Büyük buhran, tuhaf Keynesyen politikaların benimsenmesine neden olarak, hükümetler tarafından istenilen ortamın oluşmasına sebep oldu. Bu dönemde hükümetler krizden çıkma yolunu ararken Keynes, hükümetlere duymak istediklerini sunan bir yol ile ortaya çıktı. Keynes’e göre işsizlikteki yükselme ve üretimdeki aksama üretimle ilgili veya merkezi hükümetle ilgili bir sorun değildi. Bu bozulmaların tek sebebi bir harcama daralmasıydı. Çözüm ise paranın değerinin düşürülmesi ile hükümet harcamalarının artmasıydı. Keynes’e göre tasarruflar, harcamaları azaltırdı. Oysa harcama ekonomik sistem için çok önemliydi ve hükümet ne yapıp ne edip bireyleri tasarruftan caydırmalıydı. Böylece Saıfedean Ammous’un tabiriyle, dünyanın hala yaralarını saramadığı tuhaf Keynesyen dönem başlamıştı. Özellikle hükümet tarafından onaylanan bu görüş üniversitelerde her ders kitabında hükümetin müdahalesini ele alırken, bu müdahalenin olumsuz sonuçlarını çok az görme eğiliminde oldu. Böylece klasik liberallerin hükümet müdahalesine karşı çıkan görüşleri bir kenara itildi. Keynesyen, yanılgıların en tehlikelisi ise hükümetin askeri harcamaların ekonomiyi tekrar canlandıracağı düşüncesiydi. Bu düşünce ile birlikte hükümetler aldıkları vergileri bireylere harcamak yerine dünyanın gördüğü en gelişmiş savaş makinelerini inşa ettiler. II Dünya Savaşı ile birlikte Keynesyen ekonominin tavsiyeleriyle işsizlik düşerken asgari harcamalar artırıldı ve hükümetler cömertçe para harcadı. Savaş dönemi sona erdiğinde ise hükümetler parasal kontrolün ve hükümet harcamalarının para basımı ile finanse edilmesinin tadına alışmıştı ve bunu sadece savaş ve kriz dönemlerinde değil, sürekli olarak uygulamaya başladı. Böylece hükümet amaçlarına ulaşabilmek için istediği ölçüde para basacaktı. Keynes ile gelen ekonomik görüş kapitalist sisteminde değişmesine de neden oldu. Keynes’den önce kapitalizm, tasarruf birikimine bağlı olarak sermayenin artması iken, Keynes’den sonra sürekli harcamaya dönük ve bireylerin tasarruflarının devletin yarattığı enflasyon ve istikrarsız para ile cezalandırıldığı bir sistem haline dönüştü. Hükümetler talebi canlandırmak ve hükümet harcamalarını finanse etmek için para arzını artırdıklarında, insanların tasarrufları; hükümetin yarattığı yapay enflasyonla eridi ve düzenli bir vergi haline geldi. Keynes, ne zaman ekonomide tam istihdam kaybı olursa para arzındaki artışın sorunu çözeceğini söylemişti. Enflasyon konusunda endişelenmenin bir anlamı yoktu çünkü Keynes’e göre enflasyon sadece harcamalar yüksekken gerçekleşecekti. İşsizliğin yüksek olması harcamaların düşük olması anlamına gelmekteydi. Kısa vadede talebi canlandırmak için enflasyonu düşünmeye gerek yoktu. Çünkü Keynes’e göre uzun vadede hepimiz ölmüş olacaktık. Eğer Keynes’in ortaya koyduğu bu modelde gerçeklik payı olmuş olsaydı hem yüksek işsizlik hem de yüksek enflasyonun aynı anda görüldüğü ülkeler olmaması gerekirdi. Oysa Avusturyalı iktisatçıların görüşüne göre, para arzı sabit kaldığı sürece ekonomik büyüme mal ve hizmetlerin fiyatlarının düşmesine sebep olarak insanların kendi paralarına güvenini artıracak ve ekonomi toplamı tasarruflara bağlı olarak büyüyecektir. Paralarının alım gücünün düşmeyeceğine ve böylece parasal bir tasarrufa gidecek olan toplumların, anlık tüketim toplumundan çıkarak daha fazla sermaye stoku ile daha yüksek seviyede tüketime kavuşacaklardır. Paranın değeri arttığında, insanlar tüketimden ziyade gelecekteki gelirlerinden daha fazlasını tasarruf ederler. Böylece bilinçsiz tüketim, gereksiz harcamaya ihtiyaç duyulan lüks tüketim kültürü, paranın değer kazandığı bir toplumda yavaş yavaş yok olacaktır. Ayrıca sabit bir para arzında bireylerin tasarrufları enflasyon karşısında korunacağından, bireyleri daha güvenilir bir şekilde tasarrufa teşvik edecektir.

Sabit bir para arzı ise hükümet kontrolünde olan para tekeli sisteminde ve Keynesyen modelde mümkün değildir. Çünkü devlet doğası gereği enflasyonisttir ve devamlı büyümek isteyecektir. Bu sayede Avusturya Okulu iktisatçılarının ne denli değerli ve haklı olduğu bir kez daha gözükmektedir.

Günümüzde ise Bitcoin’i devlet otoritesinden arındırılmış ve bu nedenle geleceğin özgürlüğü olarak görmek mümkündür. Altın standardı dönemin sona ermesinden beri hükümetlerin otoriteleriyle dayattığı, enflasyonlu ve sürdürülemez hükümet parasına bir tepkidir. Yakın gelecekte blockchain sayesinde devlet ile ekonomi birbirinden ayrılacaktır. Yazıma son verirken Any Rand’ın konuşmasından alıntı yaparak bitirmek istiyorum;

“Nasıl ki din ve devlet işlerini ayırdık, ekonomiyle devletin de ayrılması gerektiğini düşünüyorum”

Kaynaklar

Ammous, S. (2020). Bıtcoın Standardı.

Rothbard, M. (2020). Yasal Kalpazan: Devlet Paramızı Ne Hale Getirdi.



436 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sonuç

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page