top of page

Javier Milei Üzerine Hoppean Bir İrdeleme

Oscar Grau - 05.06.2024

Milei The Crybaby Shabbosgoy

Giriş

Hans-Hermann Hoppe, Democracy: The God That Failed¹ adlı kitabında 1960’ların sonu ve 1970’lerin başı itibariyle ABD’de ortaya çıkan Neocon [yeni muhafazakâr] hareketten bahsederken, solun da Black Power [Siyah Gücü], pozitif ayrımcılık, Arap yanlılığı ve o dönemin karşı kültürüyle giderek daha fazla içli dışlı olduğunu belirtiyor. Tüm bunlara karşın,

 

Irving Kristol ve Norman Podhoretz’in başını çektiği (çoğunlukla eski Troçkist olan) birçok geleneksel solcu entelektüel ve soğuk savaş “liberali”, eski müttefikleriyle yollarını ayırarak uzun süredir sol siyasetin cenneti olan Demokrat Parti’den Cumhuriyetçi Parti’ye geçmişlerdi. O zamandan beri yeni muhafazakârlar... tipik olarak “ılımlı” bir refah devleti (“demokratik kapitalizm”), “kültürel muhafazakârlık” ve “aile değerleri” ile müdahaleci (“etkinci”) ve özellikle Siyonist (“İsrail yanlısı”) bir dış politikayı destekleyerek Amerikan siyasetinde emsalsiz bir etki kazanmışlardır.

 

Arjantin’in şu anki başkanı Javier Milei, dünya çapında bir liberteryen kahraman olarak bilinen bir fenomendir. Başkan olarak bile devletin bir suç örgütü olduğunu ve vergilendirmenin hırsızlık olduğunu söylemiştir. Bir liberteryen olarak ideallerini tüm dünya halkları için adil ve değerli bulduğunu savunan böyle bir adamın sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de devletçi statükoya radikal bir şekilde karşı çıkacağı düşünülebilir. Kuşkusuz, Milei alışkın olduğumuz çoğu devlet başkanından daha iyi olabilir, ancak birçok insanın düşündüğü kadar iyi ya da liberteryen değildir.

 

Milei, Sağ Kanat ve Kürtaj

Neocon olarak adlandırılanlar, kültürel meselelerle gerçek anlamda ilgilenmeseler de iktidarı kazanmak için kültürel muhafazakârlık kartını oynamaları gerektiğinin farkındalardır. Milei’nin Arjantin’deki desteğinin çoğunluğu da sol karşıtlarından (ki bu genellikle liberteryenleri de içerir) ve kürtaj karşıtı muhafazakârlardan gelmektedir. Milei, liberteryen alanın dışındaki azılı destekçileri göz önüne alındığında, pek de beklenildiği gibi bir kültürel muhafazakâr sayılmaz. Evlilik kurumunu “anormal ve sapkınca” bulan bu evlenmemiş ve çocuksuz adam² devletçilik ve vergilerle finanse edilen kültürel solculuğun istila ettiği bir ülkede sol, sosyalizm ve devlet karşıtı söylemleri ve kürtaj konusundaki duruşu sayesinde destek kazanmıştır. Bunun yanı sıra, Agustín Laje gibi Arjantin sağının ünlü entelektüellerinin yardımı da Milei’nin sağdaki baskın yerini daha da sağlamlaştırmak için önemli miktarda destek sağlamıştır. Bununla birlikte gerek Arjantin’de gerekse yurt dışında sıklıkla liberteryen ve serbest piyasa yanlısı fikirlere sahip olan sağın genel sorunu, bunların temel arzusunun devletin başındaki sol-progresif elitin yerini sağın çıkarlarını daha iyi temsil eden başka bir elitin alması yönünde olmasıdır. Bu durum kültür savaşlarında sıklıkla açıkça görülmektedir. Tüm bu insanların, bu iğrenç kültür savaşlarının devlet sona ermeden son bulmayacağını hangi noktada nihayet idrak edeceklerini sorabiliriz. Her hâlükârda, devleti mümkün olduğunca devreden çıkarmayı başaramadığımız sürece -mesela devleti eğitim alanından tamamen çıkaramadığımız sürece- bu savaşlar her zaman büyük bir sorun olmaya devam edecektir.

 

Ne yazık ki, mevcut sağcıların çoğu gerçekten de devlet gücünden kurtulmakla değil, daha ziyade liderlerinin eline maksimum güç vermekle ilgileniyor; zira onlar için asıl mesele gücün azaltılmasından ziyade kontrol edilmesidir. Nitekim Robert Nisbet’e göre de aileyi zayıflatmanın en kesin yolunun hükümetin ailenin geçmişten gelen işlevlerini üstlenmesi olduğu Auguste Comte’tan bu yana muhafazakârların inancı olmuştur.³ Ancak Milei’nin refah programlarını sürdürmesi ve genişletmesi tam da ailelerin işlevlerini üstlenmektedir ve bu, bırakın liberteryenizmi, kültürel muhafazakârlığa bile uygun değildir. Bunun yanı sıra, kürtaj söz konusu olduğunda, geleneksel bir muhafazakârın bakış açısından Nisbet, “Evanjelik haçlıların da düzenli olarak yaptığı gibi, aileyi kürtajı kati surette yasaklamaya yönelik yorulmak bilmez haçlı seferlerinin gerekçesi olarak kullanmak abesle iştigaldir” demektedir. Milei’nin referandum yoluyla yürüttüğü kürtaj karşıtı mücadele, desentralizasyondan (ademimerkeziyetçilikten) ziyade siyasi merkeziyetçiliği içermektedir. Her ne kadar günümüzde kürtajın artması ahlâki yozlaşmanın artması olarak görülse de bundan devlete ve siyasi merkeziyetçiliğe bu özel meseleye müdahale etme yetkisi vermemiz gerektiği sonucu çıkmaz. Hoppe’nın da bu konuda belirttiği gibi:

 

Bir kez yargı tekeli tesis edildiği anda, aile içi ya da hane içi meseleleri (ayrıca örneğin kürtaj gibi konuları) hane reisi ya da aile üyeleri tarafından aile içinde hükme bağlanıp tahkim edilecek ve başkalarını ilgilendirmeyecek meseleler olarak görmek yerine, bu tekelin temsilcileri olan hükümet doğal olarak tüm aile meselelerinde son karar mercii ve hakem olarak rolünü genişletmeye çalışacaktır.

 

Milei ve Şimdiye Kadarki Başkanlığı Süreci

Ulusal düzeyde, Milei’nin başkanlığı iyi ve kötü işlerin bir karışımı olmuştur. Şimdi karışımın her iki tarafına da bakalım.

 

İyi İşler: Bazı sübvansiyon harcamalarında kesintiye gitti, bazı devlet kurumlarını kapattı ve kamu tarafından yapılan inşaatların finansmanı büyük ölçüde durdurdu. Ekonomiyi bir dereceye kadar serbestleştirdi ve sözde kamu mallarının özelleştirilmesi ve daha fazlası dâhil olmak üzere çok daha fazla serbestleştirme yapmayı da planlıyor. Çeşitli fiyat kontrollerinin kaldırılması bazı piyasalarda olumlu sonuçlar doğurdu, ancak bu tür önlemlerin (ve bazı sübvansiyonların kesilmesinin) genel faydaları, devlet tarafından dayatılan regülasyonlarla dolup taşan son derece kartelleşmiş bir ekonomide yine de sınırlıdır. Birkaç gümrük vergisini indirdi ve araba satış bayileri üzerindeki vergileri düşürdü. Ayrıca, liberteryen fikirler ve genel olarak sağlam ekonomi bilimi üzerine konuşmalar yapmaya devam ediyor ve kültürel sola çoğunlukla doğru bir dil kullanarak karşı çıkıyor.

 

Kötü İşler: Devlet borçlarını reddetmek yerine IMF’ye gitti ve Arjantin hükümetinin önceki yönetimleri tarafından ihraç edilen borç yükümlülüklerini satın alacak kadar aptal olan yabancıların ve yabancı yatırım fonlarının bedelini, hâlihazırda uzun süredir acı çeken Arjantinlilere ödetmeye karar verdi. Söz verdiği gibi vergileri her yönden düşürmek ve ekonominin kendi kendine toparlanmasına izin vermek yerine, (yakıt ve döviz alımlarındaki gibi) çeşitli vergileri arttırdı ve hatta bir gelir vergisi kategorisini geri getirmeyi planlıyor. Söz verdiği gibi merkez bankasını ilga edip parada tercih özgürlüğüne olanak vermek yerine, özel kısa vadeli tahviller, faiz oranlarının manipülasyonu, yasal ödeme aracı mevzuatı ve yapay olarak sabitlenmiş döviz kurları gibi yöntemler kullanarak -aksi takdirde hızla ABD doları ve muhtemelen ileride daha iyi, daha sağlam başka para birimleri ile rekabet edip yerini kaybedecek olan- pesoyu canlı tutmaya çalışıyor. Sosyal refah ve yardım programlarını azaltmak yerine, -hamile kadınlara ve bakmakla yükümlü oldukları her çocuk için ailelere yapılan para yardımları gibi, iyi bir toplumun sosyal dokusuna özellikle zararlı programlar için (reel olarak) kat be kat artırılan pesolar da dâhil olmak üzere- refah devletini genişletti. Uyuşturucuya karşı savaşı sona erdirmek yerine, bu rezil uygulamayı yoğunlaştırdı ve hatta bu konudaki eleştirilerle alay etti. Sadece daha az harcama yaparak bütçeyi dengeleyebilecekken, harcamalarda daha fazla kesinti yapmak yerine daha fazla vergilendirme yaparak bütçeyi dengeledi -yani devletin hesaplarını Arjantin’in üretken insanlarının hesaplarına tercih etti. Ayrıca, sesesyon ve radikal desentralizasyonu teşvik etmek ve buna izin vermek yerine, merkezî hükümetin gücünü arttırmaya da çalışmaktadır.

 

Milei’nin Dış Politikası, Savaş ve Liberteryen Perspektif

Öte yandan, ulusal düzeydeki başkanlığı sözde bir liberteryen için zaten önemli hatalarla dolu değilmiş gibi, uluslararası düzeyde, yani dış politika söz konusu olduğunda ise Milei bir liberteryenden başka her şeye benzemektedir. Washington’un emperyalist söylemini (NATO yanlısı, Ukrayna yanlısı ve İsrail yanlısı) şiddetle desteklemektedir, yani ne tutarlı bir küreselleşme karşıtı ne de en azından bir müdahalecilik karşıtıdır. Aslında, daha önce açıkladığı ve başkanlığı üstlendiğinden beri yürüttüğü dış politika, bir liberteryenden ziyade bir Neocon’un özelliklerini taşımaktadır.

 

Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayalım: Şubat 2022’de milletvekili olarak görev yapan Milei kendini çok açık bir şekilde ifade etmişti. Televizyonda “Putin’in totaliter uğraşını” kınadıktan sonra, “özgür dünya” lehine konuşarak özgürlüğe karşı olanlara sert sözlerle tepki gösterdi. Arjantin hükümetini Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınama fırsatını kullanmamakla ve “dünyanın nasıl işlediğini anlamamakla” eleştirdi ve şöyle devam etti: “Ben katillerle anlaşma yapmam, Çin’le olmaz, Kuzey Kore’yle olmaz, Rusya’yla olmaz, özgür dünyaya saygı duymayan hiç kimseye saygım olmaz.” Şimdi, liberteryen bir bakış açısıyla, Putin, Kim ve Xi’yi şeytani dolandırıcılar, gangsterler, katiller vb. olarak adlandırmak kesinlikle meşrudur, ancak daha sonra Milei’nin yaptığı şekilde, Trump, Zelenskyy ve Netanyahu gibi insanları sadece bir başka şeytani dolandırıcı, gangster ve katil grubu yerine özgürlük veya serbest piyasa kapitalizminin koruyucuları olarak selamlamak da akıllara durgunluk vermektedir. Bunu söylemek onu bir liberteryen olarak nitelendirmekten tamamen uzaklaştırmakta ve kendisinin de bir başka Neocon olduğunu gözler önüne sermektedir. Hatta, Nisan 2024’te Zelenskyy rejimine askerî destek vermeyi ciddi olarak düşündüğünü belirtmesiyle Milei de bu tür kötü yaratıkların saflarına katılmaya çok yaklaşmıştır.

 

Milei o gün televizyonda yaptığı konuşmaya savaşla ilgili “ahlâki bir soruyla” devam etti: “Olan biten yanlışsa, tarafsız bir tutum benimseyemezsiniz çünkü suç ortağı olursunuz, yani... Tato’nun Florencia’ya şiddet uyguladığını görürseniz, dışarı çıkıp Florencia’yı savunmanız gerekir çünkü bunun yanlış olduğunu bilirsiniz.” Ama bu ancak, Florencia’ya kendi kişisel imkânlarınızla yardım ederseniz ve Tato’nun Florencia tarafından kendisine karşı daha önce yapılan bir saldırıya tepki göstermediğinden eminseniz doğru bir yaklaşım olurdu.

 

Yine Şubat 2022’de, Rusya-Ukrayna çatışmasından bahseden Milei, X/Twitter hesabında “kolektivist otoriterliğin” askerî ilerleyişi tarafından tehdit edilen “Dünyanın Demokratik Ulusları Konseyi”ne atıfta bulunan bir mesaj yayınladı ve mesaj şöyle devam ediyordu:

 

Açık ve Özgür Toplum modelini tereddütsüz savunan bizler, özgürlüğün düşmanlarına karşı etkili bir strateji için güçlerimizi birleştirmeliyiz... Özgür dünyanın liderlerinin kısır ve felç edici tartışmalarda takılıp kalma hakları yoktur...

 

Bununla birlikte, bu nitelikteki herhangi bir çatışmaya ilişkin liberteryen bakış açısı oldukça farklıdır: Müdahaleci olmayan liberteryen görüşün sağ kanattan pek çok kişi -ve belki de Milei- tarafından tipik olarak reddedilmesi, liberteryenizmin anlaşılmaması veya benimsenmemesine bağlanabilir. Peki nasıl mı? Basitçe, devletin doğasını, yani üretken insanları kendi çıkarları, üyeleri, dostları ve destekçileri için vergilendiren ya da başka şekillerde soyan bir haraç, şantaj ve suç çetesi olduğu gerçeğini göz ardı ederek. Bu temel kavrayış, sadece devletin kendisine ilişkin değil, özellikle de rakip çeteler arasındaki savaşlar gibi devletler arasındaki savaşlara ilişkin her türlü kafa karışıklığını da ortadan kaldırmaktadır.

 

Bu savaşlar normalde toprak meselelerini içerir ve her zaman çete liderleri tarafından diğer insanlar (para, kaynak ve insan gücü) pahasına yürütülür. İster saldırgan ister savunmacı olsun, savaşın maliyetleri toplumsallaştırılır ve olası kazançlar özelleştirilir; bu da savaşları daha olası, uzun ve agresif kılar. Milei’nin Putin’le ilgili endişelerine bakıldığında, Zelenskyy çetesi Putin çetesini sürekli kışkırtmış ve bu kışkırtmalar, Putin çetesini küresel hegemonya ve dünya hakimiyeti yolunda geriye kalan iki engelden biri ve düşman olarak gören ABD -ve Avrupa’daki NATO vasalları- çetesi tarafından teşvik edilmiş ve desteklenmiştir.

 

Zelenskyy çetesi sadece kendi göreceli güçlerine ve kaynaklarına bağlı kalsalardı, Putin çetesi tarafından uzun zaman önce mağlup edilmiş olurlardı. Ancak ABD çetesi ve onun Avrupa’daki alt çeteleri tarafından Zelenskyy çetesine verilen mali, lojistik ve askerî yardımlar nedeniyle savaş hâlâ sürmekte, binlerce insanın hayatına mal olmakta, büyük bir yıkıma ve milyonlarca mülteciye sebebiyet vermektedir. Esas itibariyle konuşmak gerekirse, Putin çetesine karşı ortak bir savaşta finansmanı Avrupa’daki NATO vasalları sağlamakta, savaşı da ABD yürütmektedir.

 

Devletler arasındaki savaşlar karşısında liberteryenler tarafsız kalmalıdır. Savaş bölgesi dışında tarafsızlık, savaşan çetelerden hiçbirine maddi destek vermemek anlamına gelir. Liberteryenler hiçbir çeteye yardım etmemeli ve kendi ulusal iktidar çetelerinin vergileri ve kamu mallarını diğer çeteleri desteklemek ya da savaşlardan kaçan mültecilerin barınmasına yardımcı olmak için kullanmasına kesinlikle karşı çıkmalıdır. Aslında bu karşı çıkış, savaş hâlindeki egemen çetelerin önünde ne kadar engele dönüşürse, nihai barış hedefine yönelik bir katkı olarak da o denli olumlu olacaktır. Ancak bunun aksini savunmak savaşın maliyetini savaşan çeteler lehine düşürür. Bu şekilde Zelenskyy çetesi savaşın maliyetlerinin çoğunu dışsallaştırmış ve savaş buna bağlı olarak uzamış, böylece daha fazla acı, ölüm ve yıkım teşvik edilmiş olur.

 

Elbette, liberteryenler savaş mültecilerine destek olmak için bireysel, insani ve hayırsever çabalar içine girebilirler. Liberteryenlerin, her iki tarafın da “savunma” ya da “saldırı” niteliğine bakılmaksızın, devam eden savaşta el koyma, yağmalama ve yıkım karşısında saldırganlıktan kaçınmak ya da saldırganlığı en aza indirmek için kendi risklerini ve kendi imkânlarını gözeterek insanların savaştan kaçmasına ya da kaçınmasına yardımcı olmaları mümkündür. Canınızın ve malınızın savaşan her iki çetenin de tehdidi altında olduğu düşünüldüğünde yapılması daha zor bir şey olsa da, savaş bölgesinde ikamet eden liberteryenler bile koşullar elverdiği sürece tarafsız kalmalı ya da tarafsız kalmaya çalışmalıdır. Askere alınabilir ya da öldürülebilirler, mallarına el konulabilir ya da tahribata uğratılabilirler, banka hesapları dondurulabilir ya da istismar edilebilirler -savaş adına hemen hemen her şey gerçekleştirilebilir. Ancak kişinin kendisinin, ailesinin ve arkadaşlarının canını, malını ve refahını koruması, çete liderlerinin kendi ulusal bölgelerini koruma ya da özgürleştirme çıkarlarından farklı bir şeydir. Her iki çıkar da birbirine zıt olabilir ve çatışmaya mahkûmdur. Nitekim Hoppe’nın da dediği gibi, ulusal savunmanın kolektif güvenliği aslında özel güvenlik ve özel savunma ile bağdaşmaz ve hatta bunlara aykırıdır.

 

Kolektif güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalan liberteryenler (iki tarafı da kışkırtmaktan kaçınmak için) her iki tarafa da eşit mesafede durmaya çalışmalıdır. Her iki tarafı da dinlemeli ve her zaman görüşmelere açık olmalılardır. Ve mümkün olduğu ölçüde, savaşı sınırlandırmak ve maliyetlerini azaltmak için karar alma mekanizmasının desentralizasyonunu teşvik etmelilerdir. Liberteryenler savaşla ilgili tüm kararların giderek daha yerel ve nihayetinde özel bir mesele hâline getirilmesini savunmalıdır. Bunların hiçbiri gerçekleşmezse ve komuta yapısında desentralizasyon ve buna bağlı olarak bölgesel veya yerel barış girişimleri olmazsa, o zaman fiilî savaşın ilerleyen, parça parça sınırlandırılması aktif olarak desteklenemez.

 

İşte bu noktada Milei aslında metodolojik bir bireycilikten metodolojik bir bütüncüllüğe ya da kolektivizme sapmaktadır. Ukrayna ya da Rusya diye bir şey yoktur, sadece bu ülkeleri yöneten suç ve haraç çeteleri ve bu çeteler tarafından yönetilen bölgelerde yaşayan insanlar vardır. Dolayısıyla, bu ülkeleri yöneten çetelerden savaş bölgesine para ya da malzeme göndermelerini talep etmek liberteryen bir yaklaşım değildir, çünkü bu çeteler gönderdikleri her şeyin meşru sahibi değildir ve böyle bir yardımın ülkedeki insanlar yerine doğrudan ülkeyi yöneten çeteye gitmesi daha da kötü sonuçlar doğurur.

 

Bir bölgeyi yöneten ve kontrol eden bir çete, o bölgede yaşayan insanlardan tamamen farklı bir şeydir. Liberteryenler ulusal çete liderlerine, hâlihazırda sahip olduklarından daha fazla güç verilmesini destekleyemezler. Ancak Milei, görüşlerini ifade ederken ve savaş propagandası yaparken tam da buna katkıda bulunmaktadır. Sonuç olarak çeteler daha saldırgan ve baskıcı hâle gelmektedir. Bu durumda, savaş propagandasının daha da yaygınlaşmasını, halk tarafından kabul görmesini ve desteklenmesini önlemek için liberteryenler buna gerçeklerle karşı koymalıdır. Liberteryenler, savaşan çetelerin hiçbir şekilde iyi ve asil olmadıklarını ve hiçbir desteği hak etmediklerini tüm dünyaya duyurmalılardır. Ayrıca liberteryenler, en büyük zararın her zaman savaşan çetelerin yönetimine maruz kalan sivil halka verildiği gerçeği konusunda da aynı gayreti göstermelidir.

 

Ancak Milei, ABD çetesinin Ukraynalıları ya da kötülüğe karşı savaşı umursamadığını, aksine kendi küresel hegemonya ve ABD dolarının küresel rezerv para birimi olarak üstünlüğü hedefinin peşinde olduğunu dünyaya asla söylemeyecektir. Dolayısıyla Ukrayna’daki savaş daha çok ABD çetesi ile Putin çetesi arasındaki bir savaştır. Yani, Ukrayna’daki halk ve onun yönetici çetesi sadece araçsal bir rol oynamaktadır. Putin çetesi de nükleer güce sahip bir çete olduğu için, onu ancak ekonomik yıkıma sürükleyerek yenmek mantıklı olacaktır. Rusya’ya karşı yürütülen savaş ve çeşitli ekonomik yaptırımlar Putin çetesini zayıflatmak içindi ama aynı zamanda sivil halka da zarar veriyordu. Tabii bu savaş ya da herhangi bir savaş kitlesel katliam ve kitlesel yıkım gerektiriyorsa, öyle olsun. Ne de olsa ABD çetesi için amaç aracı meşrulaştırır.

 

Liberteryenler için Milei’ninki gibi basit ve kolektivist görüşler tamamen dışlanmalıdır, çünkü liberteryenizm halk ve devlet arasındaki temel ayrımı her yerde, her koşulda gözetir. Bunun da ötesinde, Milei’nin görüşleri savaşın tüm iş hayatının faaliyetlerini daha riskli hâle getiren, genel üretim seviyesini düşüren, ticareti engelleyen ve yatırımları neredeyse imkânsız kılan ani etkilerine karşı hiçbir işe yaramamaktadır. Diğer bir deyişle, serbest piyasalar barış gerektirir. Bu nedenle, liberteryenler için en temel ve elzem arzu her türlü savaşın sona erdirilmesi ve mümkünse hiçbir savaşın başlatılmamasıdır. Liberteryenlerin genel tavrı her zaman genel bir barış çağrısı olmalıdır.

 

Kamuoyunun derin etkileri olabileceğinden, liberteryenler kendilerini acil barış görüşmeleri çağrısında bulunan ve barışı sağlamanın bir yolu olarak bölgesel ayrılmayı [sesesyonu] savunan seslerle aynı safta bulmalıdır. Sadece kolektivistler sesesyona karşı çıkar. Sakinleri şu ya da bu çete tarafından yönetilmeyi umursamayan bölgeler olabilir, hatta yabancı çeteyi tercih edecek ve barışçıl bir şekilde teslim olmaya istekli insanlar olabilir. Neden olmasın? Genelde vatana ihanet olarak bilinen şey sadece devlet gücünü savunanlar için bir suçtur. Aslında, dünyadaki çoğu hükümetin mevcut durumu göz önüne alındığında, liberteryenler işlerin nasıl daha kötüye gidebileceğini hayal etmekte zorlanacaktır. Bazı işgaller bazı insanlar için iyileşme bile getirebilir. Üstün bir güçle karşı karşıya kalan ve kendileri için değerli olan her şeyi koruma kaygısı taşıyan liberteryenler için yabancı bir çeteye karşı toplu bir savaşa girmektense işgalciye barışçıl bir şekilde teslim olmak daha akıllıca olabilir. Bu şekilde, aksi takdirde yok edilebilecek canlar ve mallar kurtarılabilir ve korunabilir.

 

Her şeye rağmen, Arjantin’in yeni dış politikasına bakıldığında, Milei yönetiminin altı aydan kısa bir süre içinde hava kuvvetleri için yirmi dört adet F-16 jeti satın aldığı, ABD ile ortak bir deniz üssünü duyurduğu, küresel bir ortak olarak NATO’ya katılma talebinde bulunduğu ve ABD filosuyla deniz tatbikatlarına ev sahipliği yaptığı görülmektedir.¹⁰

 

Milei’nin Siyonizmi ve Liberteryen Perspektif

Liberteryenizmin temel taşı özel mülkiyet hakları fikri, tanınması ve savunulmasıdır. İster toprakta ister başka bir şeyde olsun, bu tür (münhasır; dışlayıcı) haklar, ilk mülk edinim veya gönüllü mülkiyet devri temelinde belirli kişiler için adil bir şekilde tesis edilmiştir. Aksine, bu ilkelere dayanmayan tüm mülkiyet talepleri gayriadil, gayrimeşru ve haksızdır. 1948’de çoğunlukla Siyonist inanca sahip Avrupalı Yahudiler tarafından kurulan İsrail Devleti’ne gelince, bu adalet gerekliliklerinin karşılanmadığı açıktır. Bugünkü İsrail’in sadece yaklaşık %7’sinin 1948’den önce Yahudiler tarafından adil bir şekilde edinildiği ve dolayısıyla meşru mülk olarak kabul edildiği söylenebilir. O zamandan bu yana İsrail’in kuruluşu ve devam eden genişlemesi, büyük ölçüde Filistin bölgesinin o zamanki, çoğunluğu Arap olan sakinlerine ve Gazze Şeridi ile Batı Şeria bölgelerinde hâlen yaşamakta olan Arap sakinlerine karşı yürütülmüş kamulaştırma, el koyma, sindirme, terörizm, savaş ve fetih faaliyetlerinin bir sonucudur. Hoppe’nın da dediği gibi:

 

Günümüz Yahudilerinin Filistin’de bir anavatan iddiası ancak tüm liberteryen düşüncenin temelinde yatan ve karakteristik özelliği olan metodolojik bireycilikten, yani bireysel kişilik, özel mülkiyet, özel ürün ve başarı, özel suç ve özel kabahat kavramlarından vazgeçilmesi hâlinde ileri sürülebilir. Fakat bunun yerine, grup ya da kabile mülkiyeti ve mülkiyet hakları, kolektif sorumluluk ve kolektif suçluluk gibi kavramlara olanak tanıyan bir tür kolektivizmi benimsemiş olacaksınızdır.¹¹

 

Bu durumda Milei’nin İsrail ve süregelen çatışma hakkındaki görüşleri Siyonisttir: İsrail’e olan bağlılığını, Arjantin’de başkanlık seçimlerini kazanması hâlinde büyükelçiliği Kudüs’e taşıma taahhüdü verdiği Haziran 2022 gibi erken bir tarihte göstermiştir.¹² Milei’nin başkan seçilişinin hemen ardından İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında onu konuk eden Netanyahu, Milei’yi “Yahudi Devleti’nin büyük bir dostu” olarak nitelendirmiş ve Kudüs konusundaki kararından memnuniyet duyduğunu ifade etmiştir.¹³ Netanyahu her ikisinin de serbest piyasaları “savunduğunu” söylüyordu, ancak İsrail’in özel toprak mülkiyetine izin vermediğini (tüm topraklar kamuya aittir) ve İsrail hükümetinin Batı Şeria ve Gazze Şeridi (genellikle dünyanın en büyük açık hava toplama kampı olarak anılır) ile ve bu bölgelerdeki ticarete müdahale ettiğini herhalde unutmuştu. “Anti-komünist” Milei’nin, özel toprak mülkiyetinin yasaklanması konusunda Komünist Manifesto’ya öykündüğü¹⁴ için İsrail Devleti’ni kınaması ve Batı Şeria’da Yahudi yerleşim birimleri inşa edilmesini eleştirmesi gerekirken, bölgeyi İsrail’in kontrol ettiği birbirlerinden uzak açık hava hapishanelerine dönüştürerek Filistinlilere on yıllardır akla gelebilecek hemen her şekilde baskı uygulayan bir devlete sınırsız destek vermiştir.

 

Ekim 2023’te, o zamanlar Gazze Şeridi’ni (kısmen) yöneten Hamas üyeleri yüzlerce İsrailli asker ve sivile saldırdığında, öldürdüğünde ve kaçırdığında -her ne kadar ölümlerin bir kısmı İsrail Savunma Kuvvetleri’nin “dost ateşi” sonucu olsa da- o zaman, dürüst davranan herhangi bir liberteryen bu tür vahşetleri kesinlikle derhâl kınardı, ancak Hamas saldırısının Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısındakine kıyasla daha kışkırtılmamış olmadığını da hemen kabul ederdi. Her iki saldırı da kesinlikle Ukrayna ve İsrail siyasi liderliklerinin davranışları tarafından kışkırtılmıştır. Ve her iki durumda da bu provokasyonlar ABD’deki ağırlıklı olarak Yahudi olan Neocon çete liderliği tarafından teşvik edilmiş, destek görmüş ve güçlendirilmiştir. Daha da önemlisi, liberteryenizmin temel taşı olan saldırmazlık ilkesine bağlı her liberteryen, İsrail’in Hamas saldırısına verdiği tepkiyi de son derece orantısız bir tepki ve yakın tarihte başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak büyüklükte ve zalimlikte bir vahşet olarak kesin bir dille kınardı.

 

Liberteryenler için hem Hamas hem de İsrail Devleti birer suç çetesidir. Birincisi küçük ve düşük bütçeli bir çetedir ve çoğunlukla düşük dereceli silahlara sahiptir; ikincisi ise büyük bir orduya, mevcut en sofistike ve (atom bombaları da dâhil olmak üzere) en yıkıcı silahlara sahip, ABD tarafından büyük ölçüde sübvanse edilen büyük ve yüksek bütçeli bir çetedir. Hamas, Siyonistlerin on yıllardır Filistin’i ele geçirmesine ve işgal etmesine tepki olarak kurulmuş bir gruptur. Bu arka plandan önce dahi, liberteryenler her iki çetenin liderleri ve savaşan çetelerden herhangi birine destek veren yabancı devletlerin tüm çete liderleri için en iyi temennilerde bulunmaktan kaçınmalıdır. Dahası, Rusya-Ukrayna savaşında olduğu gibi, liberteryenler barış ve müzakereler lehine seslerini yükseltmelidir. Çete liderleri işledikleri suçlardan dolayı itham edilmeli, acilen ateşkesi kabul etmeleri için kamuoyu aracılığıyla baskı altına alınmalı ve silahlı çatışmanın tırmanması önlenmelidir.

 

Ancak görüldüğü üzere böyle bir şey olmamıştır. ABD tarafından desteklenen ve ABD’den sürekli fon, silah ve mühimmat akınına uğrayan İsrail elindeki her şeyle misilleme yapmıştır. Gazze Şeridi’nin neredeyse tamamı harabeye dönmüş ve on binlerce masum sivil Filistinli, İsrail’i bir terörist gruba karşı savunma bahanesi ile yapılan bombardıman, topçu ateşi ve işgalci tankların saldırısı sonucu öldürülmüştür; bunların arasında tanımları gereği muharip olmayan binlerce çocuk da bulunmaktadır. Ve tüm bunlar yüz binlerce sivilin hayatını mahvederek bugün hâlâ devam etmektedir.

 

Peki ya Milei’nin tüm bunlara tepkisi ne olmuştur? Mart 2024’te Milei tüm bunları “İsrail’in meşru müdafaa hakkı” olarak savunmuş ve Hamas’ın saldırısının “emsal teşkil edecek karşılıklar” gerektirdiğini söylemiş, ayrıca İsrail’in “Hamas teröristleri tarafından sergilenen aşırılıklara rağmen tek bir aşırılık yapmadığını” belirtmiştir.¹⁵ Nisan 2024’te, İran’ın İsrail dış politikasına verdiği yanıtın ardından Milei, “İran İslam Cumhuriyeti tarafından başlatılan saldırılar karşısında İsrail Devleti ile sarsılmaz dayanışma ve bağlılığını” bir kez daha vurgulamıştır.¹⁶ Arjantin hükümeti İsrail Devleti’ni “özellikle terörü teşvik eden ve Batı medeniyetini yok etmeye çalışan rejimlere karşı egemenliğini savunması için” desteklemektedir. Arjantin, “Batı değerlerinin müdafaasına ve yaşamın, özgürlüğün ve özel mülkiyetin savunulduğu ortak bir dünya vizyonuna” dayanan yeni bir dış politika benimsemiştir. Yeni yönetime göre “İsrail Devleti Orta Doğu’da Batı değerlerinin bir kalesidir ve Arjantin Cumhuriyeti İsrail’i yok etmek isteyenlere karşı her zaman İsrail’in yanında olacaktır.” Daha sonra, Mayıs 2024’te Amerikan üniversitelerinde Filistin lehine yapılan (ve ana akım medya tarafından genellikle savaş ya da soykırım karşıtı olarak yansıtılmayan) protestolar sorulduğunda Milei, “tarihin doğru tarafında” (yani ABD, İsrail ve Batı’nın tarafında) durduğunu ve teröristlere karşı kendilerini savunmak için “tüm kaynakları” kullanacaklarını söyleyerek tavrını sertleştirmiştir.¹⁷

 

Bunca zaman sonra bile Milei, İsrail Devleti’ndeki bazı liderlerin soykırım dürtülerine sahip olduklarını görüp itiraf etmekten aciz olduğunu kanıtlamıştır. Skandal bir şekilde, doğmamış çocukların öldürülmesini bir sapkınlık olarak görürken,¹⁸ tamamen doğmuş ve büyümüş çocukların toplu katliamları onu hiç ilgilendirmiyor gibi görünmektedir ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ünlü Neocon Siyonist yorumcu Ben Shapiro da Milei’ye tapmaktadır.¹⁹

 

Milei ve Liberteryen Naratif

Hoppe’nın görüşünden hareketle, tarih ancak “sömürüyle el konulan geliri azami düzeye çıkarma çabasındaki yöneticilerin ve bu eğilime direnip tersine çevirme çabasındaki yönetilenlerin zaferlerinin ve yenilgilerinin tarihi” olarak kaleme alınırsa doğru bir şekilde anlatılmış olur.²⁰ Daha açık bir ifadeyle, “tarih özgürlük ve sömürü, asalaklık ve ekonomik sefalet, özel mülkiyet ve onun yok edilmesi kavramları üzerinden anlatılmalıdır.” Yine de Milei, Ronald Reagan gibi savaş suçlularına ve sömürücü yöneticilere bile hayranlık duymakta ve Arjantin’deki dış politikası ve deregülasyon, gitgide Reagan’ın sağladığına benzer bir iç deregülasyon ve artan dış saldırganlık örneğini andırmaktadır.²¹ Yeni muhafazakâr hareket Reagan’ın zamanında geleneksel muhafazakâr hareketle kaynaşmış ve birleşmiştir. Reagan’ın ahlâki ve askerî haçlı seferlerine olan tutkusu pek Amerikan-muhafazakârlığı sayılmazdı ama yine de Amerikan emperyalizminin savaş kışkırtıcılığı dürtülerini -elbette özel çıkarlara hizmet etmek üzere- meşrulaştırmak gibi uzun zamandır arzulanan bir amacın sonucuydu. O zamandan bu yana muhafazakâr hareketin önde gelen isimleri de herkes gibi Neocon olmaya alıştı.

 

Her hâlükârda Reagan, Amerikan emperyalizminin hegemonyasını desteklemek için onun anti-komünist ve anti-sosyalist söyleminden faydalanan Neocon’lar tarafından göklere çıkarılmaktadır. Milei, Hoppe’nın değerli hocası Murray Rothbard’ın uluslararası sahnede belirli devletlerin rolüne ilişkin “Yirminci yüzyılda savaş ve emperyalizmin en büyük suçlusu ABD ve Büyük Britanya’dır ve bu iki devletin en büyük aldatmacası sözde savunmacı ve pasifist dış politikalarıdır.” şeklindeki sözlerini²² idrak ve kabul etmeyi gerektiren liberteryen tarihsel revizyonizm naratifini²³ desteklemek yerine hâlâ aynı teraneyi sürdürmektedir. Bununla birlikte, hatalı tarihsel anlatılar da Neocon’lar tarafından Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, FDR ve (Milei’nin “derinden” hayranlık duyduğu) Churchill vb. hakkında yerleşik gerçekler olarak korunmaktadır. Oysa liberteryenler ya yanlış ya da yüksek dozda kurguyla karıştırılmış anlatıları bulacak araçlara zaten sahiplerdir.

 

Milei ve Sol Kanata, Devletçiliğe Karşı Doğru Mücadele

Liberteryenler sola karşı koymak için Neocon’larla ittifak yapmalı mıdır? Öncelikle ve en önemlisi, kesinlikle müdahalecilik karşıtı olan Eski Sağ’ın tam tersine, Neocon’lar -ve esas olarak liderleri ama aynı zamanda onları takip eden kitleler- devletçi, milliyetçi, savaş yanlısı, militarizm yanlısı ve emperyalist insanlardır. Sadece buna dayanarak, onlarla herhangi bir genel ittifak imkânsız olup liberteryen hedef ve ilkelere aykırıdır. Dolayısıyla, liberteryenler liberteryen olmayan diğer kişilerle yalnızca özgürlüğe yönelik belirli hedefler söz konusu olduğunda ittifak kurmalıdır. Kısa vadede mutlaka ters etki yaratmasa da görünüşte liberteryen düşüncelere sahip sempatizanlarla yapılan genel ittifaklar genellikle bu tür ittifakların devletçileri için liberteryenlere sağladığından daha fazla fayda sağlar. Bu nedenle, liberteryen öncelikler genellikle ulusal ve merkeziyetçi çözüm ve öneriler üretmek yerine lokalist [yerelci] ve desentralist [ademimerkeziyetçi] yöntemler üzerinde yoğunlaşmalıdır.

 

Liberteryenler, Milei’nin yaptığı gibi liberal demokrasiyi takdire değer görmek yerine, demokrasiyi yalnızca savunmacı ve liberteryen amaçlar için bir araç olarak görmeliler²⁴ ve anti-demokratik adaylarla fikirleri destekleyip özel mülkiyet haklarının tanınmasına ve korunmasına yönelik politikaların uygulanması için bastıran anti-demokratik seçmenlerin oluşmasına yardımcı olmalılardır. Bununla birlikte, liberteryenler sadece merkezîleşmeyi azaltmak ve devlet gücünün artmasına karşı çıkmak için değil, aynı zamanda kurumsallaşmış saldırganlığı ve ekonomik israfı dizginlemek için siyasi hesap verebilirliği mümkün olduğunca uygulanabilir kılmak amacıyla sesesyon ve radikal siyasi desentralizayon arayışında olmalılardır.

 

Sonuç

Bugüne kadar Milei, ABD’li yeni muhafazakârların ve İsrail’deki Siyonist dostlarının emperyalist çıkarlarına ve hırslarına tam ve sorgusuz bir itaat ve dünyanın dört bir yanındaki Batılı efendilerine boyun eğmek ve itaat etmek istemeyen insanları anlamak ve anlayışla karşılamak için eşit derecede tam ve sorgusuz bir isteksizlik sergilemiştir.

 

Milei’nin sözleri ve eylemleri, gerçek liberteryenlerin onun isminin liberteryenizm ve liberteryen hareketle olan ilişkisine dikkat etmelerini zaruri hâle getirmiştir. İsrail’deki gibi özellikle katil yönetici çeteler için en saçma propaganda çabaları da dâhil olmak üzere birçok sapma ve ciddi hataya düştüğü için, liberteryenler itibarlarını ve tüm liberteryen entelektüel yapının itibarını korumak adına kendisiyle aralarına açıkça mesafe koymalıdır.

 

Milei’nin sapmaları esasında Rothbardyen gelenekte sistematize edilmiş tek tutarlı liberteryen doktrinin temel ilkelerinden vazgeçiştir. Örneğin, İsrail’e verdiği sınırsız destek, Milei’nin kendisinin de sık sık dile getirdiği saldırmazlık ilkesi gibi Rothbardyen sistemin temel taşlarını reddetmek ve bunlardan vazgeçmek anlamına gelmektedir. Bu nedenle, Hoppe’nın (ya da büyük kıymetli hocası Rothbard’ın) başlangıçtaki tüm umutların ve iyi dileklerin aksine, Milei’nin “liberteryenizmini” memnuniyetle destekleyeceğine inanmak tek kelimeyle gülünç ve cahilcedir. Hatta Milei’ye liberteryen demeye devam etmek, bir Neocon’u liberteryen olarak yutturmak anlamına geldiği için bir hata ve yanılgı olarak görülmelidir.²⁵


Dipnotlar:

2. Bakınız, şu video kesiti:

4. Bakınız, şu video kesiti:

6. Bakınız, şu video kesiti:

7. Bakınız, şu video kesiti:

8. Bakınız, şu gönderisi:

9. Bakınız, “The War in the Ukraine in Libertarian Perspective” başlıklı Hans-Hermann Hoppe makalesi.

10. Bakınız, şu haber başlıkları:

11. Bakınız, “Walter E. Block’a Açık Mektup” başlıklı Hans-Hermann Hoppe makalesi.

12. Bakınız, şu gönderisi:

13. Bakınız, şu video kesiti:

14. Bakınız, şu kısa yazı:

15. Bakınız, şu video kesiti:

16. Bakınız, şu gönderisi:

17. Bakınız, şu video kesiti:

18. Bakınız, şu gönderisi:

19. Bakınız, şu video kesiti:

20. Bakınız, “Marxist and Austrian Class Analysis” başlıklı Hans-Hermann Hoppe makalesi.

21. Bakınız, şu video kesiti:

22. Bakınız, “Revizyonizm ve Liberteryenizm” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

23. Bakınız, “The Libertarian Quest for a Grand Historical Narrative” başlıklı Hans-Hermann Hoppe makalesi.

24. Bakınız, “Ne Yapmalı” başlıklı Hans-Hermann Hoppe makalesi.

25. Bu makalenin hazırlanmasında bana yardımcı olan Hans-Hermann Hoppe’ya şükranlarımı sunarım.


 

Yazar: Oscar Grau
Oscar Grau, aile şirketinde çalışan bir müzisyen ve piyano öğretmenidir. Kendisi liberteryen fikirlerin ve ekonomi biliminin popülerleştiricilerindendir ve Hans-Hermann Hoppe’nın resmî web sitesinin İspanyolca bölümünün ve Menos Estado’nun editörüdür. Ayrıca Mises Enstitüsü, LewRockwell.com ve diğer yayın organları için yazarlık yapmaktadır. X hesabı @ograu90’dır.
 
Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın & Hasan Tahsin Başaran
 
Bu yazı, Mises.org’da yayınlanan “A Hoppean Dissection of Javier Milei” başlıklı makalenin tercümesidir.

Commentaires


Yazı: Blog2 Post
bottom of page