top of page

Javier Milei Üzerine Rothbardyen Bir İrdeleme

Oscar Grau - 31.05.2024

Milei is sucking israelis

Giriş

Devletten nefret ediyor musunuz? Arjantin’in şu anki başkanı Javier Milei nefret ediyor gibi görünüyor. “Devlet bir ölüm makinesidir.” “Devlet bir suç örgütüdür.” “Vergilendirme hırsızlıktır.” “Felsefi olarak ben bir anarko-kapitalistim.” Bunlar, Arjantin’e “gerçek liberal seçeneği”, yani klasik liberalizmi sunan Milei’den yapılmış alıntılardır.¹ Milei kendisini bir “liberal-liberteryen” ve Murray Rothbard hayranı olarak nitelendirmektedir.² Kısa vadede bir minarşist olduğunu, ancak uzun vadede anarko-kapitalizmi benimsemeye istekli olduğunu dile getirmiştir.³

 

Rothbard, içinde bulunduğumuz devletçi dünyada anarko-kapitalistler ve minarşistler arasında neden önemli siyasi anlaşmazlıklar yaşanabileceğini sorgulamıştır. “Minarşistler, klasik liberalizmin doğuşundan 1940’lara kadar sahip oldukları gibi bir radikallik sergilemiş olsalardı, bu yolda el ele yürüyebilirdik ve yürürdük de. Bize devlet karşıtı radikalleri geri verin...” Milei’nin kendisi de devletçilik karşıtı bir radikal olarak görünmektedir.

 

Bir liberteryen, anarşist (anarko-kapitalist) olacak kadar tutarlı olmayabilir, ancak en azından bir minarşist ve devletçi statükoya radikal bir şekilde karşı çıkan bir anti-devletçi olmalıdır -ve bunu hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gerçekleştirmelidir, çünkü bir liberteryen, ideallerini tüm ulusların insanları için savunur.

 

Liberteryenizm ve Avusturya İktisat Ekolü, Milei’nin başkanlığı kazanmasından bu yana daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir ilgi görmüştür. Kendisi ve eylemleri küresel siyaset sahnesinde liberteryenizmi temsil eder hâle geldiğinden, liberteryenizmin doğru bir şekilde anlaşılması ve Arjantin’de olup bitenlerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Rothbard’ın Milei hakkında ne düşünmüş olabileceğini de irdeleyeceğim. Teori bunun için yeterli olmayacak, bunun için bir siyasi aktivist ve yorumcu olarak Rothbard hakkında da konuşmak gerekecek. Dolayısıyla, Rothbard’ın 1990’lardaki yazıları ve Lew Rockwell’in yorumları bağlamında, Pat Buchanan’ı başkan olmadan önceki Milei ile karşılaştıracağım. Zira Buchanan, hayatının son yıllarında Rothbard’ın açık desteğini ve saygısını kazanan son ünlü siyasetçiydi.

 

Milei ve Buchanan

Sovyetler Birliği çöktüğünde, Amerikan politikasının temelini yeniden düşünmek Rothbard için elzem göründü. Ancak Amerikan ve hatta dünya kamuoyunu şekillendirenler arasında ise bu yönde herhangi bir yeniden düşünme ve değerlendirme söz konusu olmadı. ABD dış politikası sanki Soğuk Savaş hiç bitmemiş gibi devam etti. Buchanan, Paleo’lar ve diğerleri Amerikan müdahalesinin ulusal çıkarlar doğrultusunda yönlendirilmesi çağrısında bulundular. Ancak daha sonra liberaller ve Neocon’lar [yeni muhafazakârlar] ittifakı aynı fikirdeymiş gibi davrandı ve ulusal çıkarı yeniden tanımladı.

 

Körfez Savaşı’na karşı harekete liderlik eden Buchanan, Rothbard’ın saygısını kazanmıştı. Rothbard onun geleneksel muhafazakârlıktan bir kopuşa öncülük etmesini, ayrıca refah devletine ve Amerikan hükümetinin savaş çığırtkanlığına karşı bir programı desteklemesini bekliyordu. Rothbard onun söylemlerini ve askerlerin geri dönmesi için yaptığı çağrıları coşkuyla takip ediyordu. Buchanan’ın Meksika’yı kurtarmak için Rockefeller’a karşı çıkması iyiydi ama Rothbard’ın serbest piyasacı düşüncesini de reddetmemesi gerekirdi. Rockwell’in yazdığı gibi, Rothbard’ın politik realizmi “onu tüm programları ve planları tek bir asit deneyine [bir şeyin iyi veya kötü, doğru veya yanlış olduğunu belirleyen nihai teste] tâbi tutmaya yöneltti: Yani söz konusu kişi veya politika bizi özgürlük hedefine yaklaştıracak mı, yoksa ondan uzaklaştıracak mıydı?” Rockwell ayrıca pek çok kişinin Buchanan’da “paleoizm”in, yani (sözde müdahaleci olmamaları ve yerelciliği/lokalizmi savunmalarıyla tanınan) paleo-muhafazakârlar ve (federal konsolidasyonu ve Amerikan emperyalizmini durdurmayı önemseyen liberteryenleri, önemsemeyenlerden ayırmak için birkaç yıldır kullanılan bir terimin öznesi olan) paleo-liberteryenleri bir araya getiren entelektüel bir hareketin siyasi vücut bulmuş hâlini gördüğüne işaret etti. Refah devletine ve sağda hâkim olan yeni muhafazakârların savaş kışkırtıcılığına karşı çıkmaları onları birleştiriyordu.

 

Rothbard, egemen sınıfın kitleleri uyuşturmak istediğini ve “ölçülü, mantıklı, duygusal bir ton” istediğini, yani “sadece içeriğinin heyecanı ve sertliği için değil, aynı zamanda benzer tonu ve tarzı için de” bir Buchanan ya da bir Milei istemediğini belirtmiştir. Buchanan da Milei gibi sık sık öfkeli çıkışlarda bulunurdu. Rothbard’a göre Buchanan sadece bir sağcı olmakla kalmayıp aynı zamanda önceden tanımlanmış bir ezen gruptan (beyaz, erkek, İrlandalı Katolik) geldiği için onun öfkesi asla haklı bir öfke olarak da görülemezdi.

 

Nitekim liberal ve yeni muhafazakâr Amerikan müesses nizamı ve özellikle de Arjantin müesses nizamının Kirchnerist-Peronist fraksiyonu Buchanan ve Milei’ye aynı biçimlerde acımasızca saldırmaya istekli olmuştur. Milei sağcı etiketinden her zaman rahatsız olsa da -aslında rahatsız olmanın ötesinde bunu yıllardır da reddetmiştir- siyasete girdiğinden beri kendisini sağ ile ilişkilendirmeye alışmıştır.

 

Rothbard’a göre Buchanan, daha geniş muhafazakâr harekete öncülük eden yeni muhafazakâr aforozundan kaçmayı başarmış hakiki bir sağ temsilcisiydi. Yine de Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte hareket değişime uğruyordu. National Review artık sağ kesimde gücü tekelinde tutmuyordu. Yeni sağcılar, gençler ve diğerleri, her yerde ortaya çıkıyordu -Buchanan bunlardan biri iken Paleo’lar da bir başka gruptu. Rothbard buna sevinmişti: “Orijinal sağ ve onun tüm aykırılıkları geri döndü!” Ancak orijinal sağ hiçbir zaman “muhafazakâr” terimini kullanmamıştı. Rothbard bu terimle ilgili iki temel sorunu açıkladı: (1) Bu terim statükonun korunmasını çağrıştırıyordu ve (2) “on dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sındaki mücadeleleri çağrıştırıyordu ve Amerika’da koşullar ve kurumlar o kadar farklıydı ki bu terim ciddi şekilde yanıltıcı olabiliyordu.” Üstelik bu terimi seçmemek, liberteryenleri, büyük ölçüde liberteryenizmin düşmanları tarafından ele geçirilmiş olan resmî muhafazakâr hareketten ayırmaya da hizmet etmiştir.

 

İsrail ve Buchanan’ın deyimiyle “onun geniş âmin köşesi”, Irak’ın yok edilmesi, Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve daha fazlası için yaygara koparırken, Buchanan Irak Savaşı’nın en önde gelen eleştirmeni olarak öne çıktı ve Eski Sağ’ın müdahalecilikten uzak olma tutumuna geri dönülmesi çağrısında bulundu. Rothbard’a göre, Anti-Defamation League’in (ADL) “Buchanan’ın savaş şahinlerine [ABD’nin savaş yanlısı ve kışkırtıcısı politik çevrelerine] yönelik sert eleştirilerini fırsat bilerek Buchanan’ı anti-semitik olarak karalayan bir basın bülteni yayınlaması ve bu bülteni Buchanan’a karşı yürütülecek olağanüstü kapsamlı bir basın operasyonu için yem olarak kullanması tesadüf değildi.” İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ADL önemli bir strateji benimsemiştir: “Anti-semitizm tanımını İsrail Devleti’ne yönelik her türlü güçlü eleştiriyi de kapsayacak şekilde genişletmek.” ADL ve örgütlü anti-anti-semitizmin geri kalanı “İsrail’in çıkarlarına ve İsrail’in güvenliğine odaklanan güçlü bir muhafız birliği” meydana getirmişlerdi. Saddam Hüseyin Amerika için bir tehdit değildi ama İsrail için bir tehdit oluşturuyordu. Bundan sonrasını zaten tarih yazacaktı.

 

Rothbard anti-semitizmi tarif ederken, tüm Yahudilerden nefret eden biri için kişisel bir tanım olarak, “Yahudilere karşı siyasi, hukuki, ekonomik ya da sosyal engellerin uygulanmasını savunan biri” şeklinde siyasi bir tanım önerdi. Buchanan’ın bu tanım kapsamına asla giremeyeceği onun için çok açıktı. Bu tanımlar anti-semitizmi önemsizleştirmek yerine konuya açıklık getirmiş ve ABD’de neredeyse hiç var olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla, Buchanan’a anti-semitik demek, Rothbard’ın “‘Önce İsrail’ lobisinin mağdur edebiyatı” dediği şeye bağlı kalmayan bir siyasi lideri karalama çabası olarak sadece kötü niyetli bir iftiraydı. Her ne olursa olsun, Rothbard Buchanan’ı Neocon’ların ve liberallerin mağduriyet edebiyatı şantajına boyun eğmeyecek bir adam olarak görüyordu.

 

Milei, şu anda ekibine geri dönen bazı kişilerle yaşadığı bazı karşılıklı atışmalar dışında, eleştirmenlere ve siyasi rakiplerine boyun eğen bir adam değildir. Her zaman haklı çıkmadı ama karalamalara, eleştirilere ve Arjantin’deki çeşitli kesimlerden gelen tekrarlayan baskılara karşı durdu. Bununla birlikte Milei, kendisine Nazi diyen bazı kişilere Holokost’u sıradanlaştırma “suçu” üzerinden dava açarak yanıt verdi. Dolayısıyla Milei, mülkiyet haklarını ihlal etmeyen kişilerden tazminat talep ederek adaletsizlik peşinde koşmaktadır.¹⁰ Hiçbir liberteryen böyle bir durumda başkalarını cezalandırmak için devletin baskıcı aygıtlarına başvurmamalıdır. Bununla birlikte, Milei’ye Nazi demek saçmadır: Kendisi liberteryen fikirlerin bir popülerleştiricisidir ve öteden beri Yahudi halkına ve Yahudiliğe karşı dikkate değer bir takdir göstermiştir.¹¹

 

90’lı yıllara dönecek olursak, Buchanan bir konuşmasında Hillary Clinton’ı kınadıktan sonra, Clinton’ın evlilik kurumunu kölelikle kıyasladığını da dile getirmişti. İster inanın ister inanmayın, Milei’nin evlilik hakkındaki görüşleri de en az Hillary Clinton’ınki kadar olumsuzdur. Yıllardır bu sosyal kurumu eleştirmiş ve onu “anormal ve sapkın bir kurum” olarak nitelendirmiştir.¹² Öte yandan Rothbard ise tek eşliliğin “insan kişiliğinin duygusal özelliklerini geliştirmek ve aynı zamanda çocuk yetiştirmek için kesinlikle en iyi evlilik biçimi olduğunun kanıtlanabileceğini” yazmıştır.¹³

 

Buchanan radikal feminizm, isteğe bağlı kürtaj, “homoseksüel hakları”, dinî okullara karşı yapılan ayrımcılık ve kadınların savaşa gönderilmesi gibi konulardan ibaret olan “Clinton ve Clinton ajandasını” kınamıştı. 1991 yılında Buchanan, erkek senatörlerin üstünlüğüne ilişkin şikâyetlere Rothbard’ın şimdiye kadar duyduğu en iyi yanıtlardan birini vermişti: “Peki o zaman, bu durumdan şikâyetçiyseniz neden siz koca şişko [erkek] liberallerden bazıları istifa edip kadınların seçilmesini sağlamıyorsunuz?” Milei de uzun zamandır feministlerle çatışıyor. Bir başkanlık münazarasında, kadın-erkek arasındaki ücret farkı histerisi konusunda rakibine Rothbard’ın hoşuna gidecek bir şekilde yanıt verdi: “Eğer bahsettiğiniz şu lanet sömürücü kapitalistlerin tek derdinin para kazanmak olduğu konusunda haklı olsaydınız... o zaman bir şirket binasına girdiğiniz anda çalışanların hepsinin kadın olduğunu görmeniz gerekirdi.”¹⁴

 

1992 seçimlerinde Buchanan, “Sürmekte olan bir din savaşı var... Bu bir kültür savaşı... Ve Amerika’nın ruhu için verilen bu mücadelede Clinton’lar karşı tarafta, George Bush ise bizim tarafımızda” demişti. Rothbard, “Evet! Evet!” diye cevap verdi. Ona göre, medyanın Buchanan’a yönelik derhâl başlattığı nefret gösterisi, Buchanan’ın sözlerinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyordu. Ve her iki kurultaya katılanlar arasında sadece Buchanan 1992’nin belirleyici olaylarından biri olan Los Angeles’taki ayaklanmalardan bahsetti. Buchanan, federal birliklerin sokakları nasıl geri aldığından bahsederek, “Şehirlerimizi geri almalıyız... kültürümüzü ve ülkemizi geri almalıyız” dedi. Rothbard yine “Evet, evet, evet!” diye cevap veriyordu. Böylece Buchanan’ın liberalleri neden “çılgına çevirdiğini” görüyoruz. Mesele sadece “savaş” değil, aynı zamanda “açıkça ve görkemli bir gururla reaksiyoner olmak için çalınacak borazanları” savaşın elinden geri almaktı.

 

Benzer şekilde Milei de kültürel bir savaş hakkında vaaz vermiş¹⁵ ve bir keresinde bir klasik liberal olmanın şu anki cılız Arjantin anayasasını yakıp 1853 anayasasına geri dönmek anlamına geldiğini söylemiştir.¹⁶ Rothbard, Milei’nin kültürel savaşından ve genel olarak reaksiyoner tavrından muhtemelen çok keyif alırdı.

 

Buchanan 1992’deki başkanlık adaylığı sırasında Cumhuriyetçi yönetime ve Bush’a ihanet etmekle suçlandı. Paleo’lar ön seçimlerde Buchanan’ı coşkuyla desteklediler. Kurultaydaki yenilgisinden sonra Buchanan, başkanlık yarışında yine de Bush’u destekledi ve Paleo’lar ile Rothbard da aynı şeyi yaptı. Elbette Rothbard Bush’u mutlak bir şekilde desteklemiyordu; savaşları ve federal gücü artırması nedeniyle Bush’u Rothbard’dan daha fazla kınayan kimse de olmamıştı. Onu Bill Clinton’a daha iyi bir alternatif olarak destekledi. Rothbard stratejideki bir değişikliğin asla prensipte bir değişiklik anlamına gelmediğini, sadece metotta bir değişiklik olduğunu biliyordu -temel görüşleri her zaman aynıydı. Rockwell, Rothbard’ın aslında herhangi bir “dönemden” geçmediğini, “daha ziyade zamanın ve koşulların gerektirdiklerine göre stratejilerini, vurgularını ve ilişkilerini değiştirdiğini” söylüyor. Onun amacı her zaman özgürlüğün ilkeli bir şekilde desteklenmesiydi. Yine de Buchanan’ı kınayan aynı Neocon’lar ve resmî makamlardaki muhafazakârlar Bush’u da arkadan bıçaklamış ve Clinton’ın yanında yer almışlardı. Buna karşılık Rothbard şunu sordu: “Hangi strateji daha onurluydu ya da uzun vadede daha savunulabilirdi?”

 

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) masadayken, Clinton-Bush çizgisi NAFTA’nın “Reagan yönetimi sırasında muhafazakâr Cumhuriyetçi inancın önemli bir parçası hâline gelen serbest ticaret konseptini” desteklediğini ve hatta bu konsept için vazgeçilmez olduğunu savunuyordu. Rothbard, karakteristik ironik üslubuyla, NAFTA’ya “yegâne muhalefetin” “kafası karışık ya da daha büyük olasılıkla şeytani korumacıların ittifakından geldiğini” yazdı... Hatta “daha da kötüsü, bu NAFTA yanlısı korumacıların müttefikleri Pat Buchanan gibi nefret dolu yabancı düşmanları, ırkçılar, cinsiyetçiler ve heteroseksistlerdi.” Ancak Buchanan ise Rockwell, Rothbard’ın kendisi ve Mises Enstitüsü gibi saf serbest ticaret yanlılarının NAFTA’ya karşı çıktıklarını, çünkü bunun ticarete çok sayıda yeni hükümet kısıtlaması getiren sahte bir serbest ticaret düzenlemesi olduğunu belirterek NAFTA yanlısı güçleri şaşırttı. Dahası, NAFTA hiçbir ulusun seçmenlerine karşı sorumlu olmayan yeni kurumlar tarafından uygulanacak uluslararası, hükümetlerarası kısıtlamalar da ekliyordu. Buchanan’ın aslında bir korumacı olmasına rağmen NAFTA’ya karşı çıkması onu yine iki partili düzenle karşı karşıya getirdi.

 

İronik bir şekilde, serbest piyasa fikirlerine olan bağlılığı göz önüne alındığında Milei, bir başka korumacılık yanlısı olan Donald Trump’ın aslında serbest piyasaların dostu olduğu fikrini desteklemiştir.¹⁷ Milei, NAFTA gibi bir gümrük birliğinin kötülüklerini açıklamanın ötesinde, Trump’ın NAFTA 2.0’ı hakkındaki gerçekleri de es geçmiştir.¹⁸ Milei’ye göre Trump’ın yapmak istediği gibi NAFTA’dan “kopmak” serbest ticaret için harika olsa da bu ancak gümrük birliği gerçekten ortadan kaldırılırsa gerçekleşebilirdi. Gerçekte Trump NAFTA’nın yerine aynı tarzda yeni bir anlaşma getirmeye çalışıyordu. ABD, Meksika ve Kanada Arasındaki Anlaşma (USMCA) Temmuz 2020’de yürürlüğe girdi ve önceki NAFTA’da olduğu gibi yine ABD, Meksika ve Kanada’yı kapsıyordu. Trump’ın Çin konusundaki tutumu da korumacılık örneğiydi, ancak Milei bunu da savundu, hatta gümrük vergisi artışını dahi haklı buldu.

 

Rockwell’in aktardığına göre, 1995 yılına gelindiğinde Rothbard’ın canına tak etmiş ve Buchanan’ın korumacılığının “ekonomik planlamaya yönelik çok yönlü bir inanca dönüşmekte olduğu” uyarısında bulunmuştu.¹⁹ Buchanan’ın daha sonraki yazılarının çoğunun gösterdiği gibi, iktidar ve piyasa arasındaki savaşta, Buchanan giderek daha fazla iktidarın tarafında yer alıyordu. Rockwell ve Rothbard için artık Buchanan’ı geride bırakıp yollarına devam etme zamanı gelmişti.

 

Yine de Rothbard Buchanan’dan umudunu hiç kaybetmemiş görünüyordu. Şubat 1995’te yayınlanan bir makalesinde 1996 seçimlerinden bahsederken, Buchanan’ın Amerika’yı “eski kültür ve Eski Cumhuriyet için” geri almak istediğine ve Rockefeller’lar ya da Neocon’lar tarafından kontrol edilmeyen ve ilkeli bir Paleo ve Amerikan yanlısı pozisyon alacak -tek olmasa da- birkaç adaydan biri olduğuna hâlâ inanıyordu. Paleo’lar için önemli olan, “Eski, özgür, desentralize ve katı bir şekilde sınırlandırılmış Cumhuriyet’in standartlarını yükseltmek için sağ kanat popülizm davasına ve hareketine liderlik edecek ve onu geliştirecek” birini mümkün olan en kısa sürede bulmaktı. Rothbard’a göre Buchanan bu davaya liderlik etme fırsatına sahipti ve hâlâ “bunu yapabilecek ilkelere ve zekâya” da sahipti. Ancak Rothbard, “Acaba o arzu ve iradeye de sahip mi?” diye merak ediyordu.

 

Milei ve Rothbard’ın Sağ Kanat Popülizmi

Rothbard’ın paleo-liberteryen aktivizmi bize sağ için popülist bir strateji verdi.²⁰ Durumun mukayeseli icabına göre biz de Rothbard’ın sekiz maddelik stratejisini özetleyip Milei’nin başkanlık kampanyasına şu dört maddeyi tahsis edeceğiz: (1) vergileri kaldırın, (3) grup ayrıcalıklarını kaldırın, (4) suçluları yok edin ve (6) Arjantin Merkez Bankası’nı lağvedin. Peki ya diğer dördü?

 

(2) Sosyal yardımları kaldırın. Bu, refah politikalarını sürdürerek ve sağlık ile eğitimin finansmanını talep finansmanına kaydırmayı önererek başarılamaz.²¹ Zira eğitimle ilgili olarak Milei kupon [voucher] sistemini savunmuştur, ancak Rothbard bu tür sistemlere karşı çıkmıştır çünkü bu tür sistemler konut ve gıda dâhil olmak üzere diğer piyasalara da sızma eğilimindedir.²² Rothbard’a göre kuponlar “refah devletinin biraz daha verimli ve daha özgür bir biçiminden başka bir şey değildir ve liberteryen çabaları bu devleti yüceltmeye ve kutsallaştırmaya yönlendirmek bilhassa zararlı olacaktır.”

 

(5) Asalak serserilerden kurtulun. İnsanları sosyal refah yardımlarından kurtarmak için uzun vadeli bir plan yeterli değildir, çünkü sosyal yardım, insanları sosyal yardıma bağımlı kalmaya teşvik eder. Milei, sosyal yardım alanları “adaletsizliğin kurbanları” olarak tanımlasa da çoğu insan sosyal yardımlara bağımlı kalmaya zorlanmamaktadır.²³ Her hâlükârda, devlet çalışanları bir yana, tamamen ve gönüllü olarak başkalarının emeği üzerinden geçinenler, devletin mağduru olmaktan en uzak olanlardır.

 

(7) Önce Arjantin. Washington’un (NATO yanlısı, Ukrayna yanlısı ve İsrail yanlısı) emperyalist söylemini destekleyen²⁴ hiç kimse gerçek bir küreselleşme karşıtı ve müdahalecilik karşıtı olamaz, ancak Milei’nin başkanlığındaki dış politika bu terimlerle ilan edilmiştir.²⁵

 

(8) Aile değerlerini savunmak. Aile değerleri ancak refah politikaları ve programlarının azaltılması, böylece devletin aileler adına sorumluluk üstlenmemesi ve evliliğin temel bir kurum olarak kabul edilmesiyle savunulabilir.

 

Milei yıllarca silah taşıma hakkını savundu,²⁶ ancak seçimlerden önce tutumunu yumuşattı ve bu konunun seçim kampanyasının ve hatta partisinin programının bir parçası olmadığını açıkladı.²⁷ Sokaklardaki suçla mücadele planlarını bir kenara bırakmadı, ancak bu konuya ilişkin resmî önergesi (4) sözüm ona bir liberteryen için çok güçlü ya da radikal değildi.

 

Milei ve Kürtaj

Rothbard kürtaj yanlısıydı. Milei ise kürtaj karşıtı. Milei kürtaj karşıtı dindar sağdan her zaman önemli destek almış ve seçim kampanyasında tartışmayı ulusal düzeyde bir referandumla çözmeyi önermiş²⁸ olsa da Rothbard kürtaj yanlısı liberteryenler ile kürtaj karşıtı dindar sağ arasında bir koalisyona inanıyordu.²⁹ Liberteryenizm zaten vergi mükellefleri tarafından finanse edilen sağlık hizmetlerine karşı olduğundan ve kürtajdan nefret edenleri bunun için ödeme yapmaya zorlamak “bilhassa açıkça bir canavarlık” olduğundan, “vergi mükelleflerinin ve kürtaj yanlıları tarafından kürtaj yapmaları için giderek artan bir baskı altında olan jinekologların seçme özgürlüğünü savunmak için” kürtaj yanlıları ile kürtaj karşıtlarının birlik olmasını önermiştir.

 

Rothbard bu yaklaşım için “ihtiyatlı bir değerlendirme” sunmuştur. “Bir şeyin cinayet olarak yasaklanmasının, yalnızca bir azınlığın onu cinayet olarak görmesi hâlinde yürürlüğe konulamayacağını” izah etmiştir. Bu ve diğer nedenlerden dolayı, kürtaj hakkını meşru görmesine rağmen, Rothbard’ın kürtaj karşıtlarına (paleo)liberteryen mesajı, anayasa değişikliği yapmaya çalışmaktan vazgeçmek ve bunun yerine siyasi ve adli kararları radikal bir şekilde desentralize etmek, ABD Yüksek Mahkemesi ve federal yargının despotizmini ortadan kaldırmak ve “siyasi kararları eyalet ve yerel yönetimlere iade etmek” için çalışmaktı. Rothbard bunu istemenin federal hükümetin bu hakkı korumasından vazgeçmek anlamına geldiğini biliyordu, ancak federal yargı tiranlığından kurtulmak daha önemliydi.

 

Bu bağlamda Arjantin için şöyle bir analoji kurulabilir: Bırakın Córdoba ve Formosa kürtajı kısıtlasın ya da yasaklasın, Buenos Aires ve San Luis yasaklamasın. Eğer bir gün her vilayette bu tür kararlar alan yerel yönetimler olursa, o zaman çatışma büyük ölçüde yatışacaktır. Kürtaj yaptırmak ya da uygulamak isteyenler San Luis’e (ya da Candelaria belediyesine) ya da Buenos Aires’e (ya da Lanús belediyesine) gidebilirler. Böylece yoksul kadınların seyahat edecek parası olmayacağı yönündeki feminist yakınmanın, yeniden dağıtımcı bir argüman olduğu ve kamulaştırılmış tıp ve kolektivizm lehine örgütlenmiş kürtaj yanlılarının ajandasının aslında ne olduğu daha da görünür hâle gelecektir.

 

Milei ve Trump

Milei, Trump’ın ticaret savaşını eleştirdikleri için liberteryenleri sol için “kullanışlı” olmakla suçlamadan önce de Trump’ın korumacılık yanlısı olduğu zaten biliniyordu.³⁰ Ancak bu da yetmezmiş gibi, Eylül 2023’te Tucker Carlson, Milei’ye “Trump’a hangi tavsiyelerde bulunurdunuz?” diye sorduğunda Milei şunları söyledi:

 

Trump, sosyalizme karşı mücadelesine devam etmelidir. Çünkü o, sosyalizmle savaştığımızı, devletçilerle savaştığımızı gerçekten anlayan ender insanlardan biridir. Zenginlik üretiminin özel sektörden geldiğini Trump çok iyi kavramıştı... Dolayısıyla, naçizane bir tavsiyede bulunacak olsaydım, söyleyebileceğim tek şey aynı yöndeki çabalarını, yani özgürlük ideallerini savunma ve sosyalistlere bir santim bile alan tanımama konusundaki kararlılığını iki katına çıkarması olurdu.³¹

 

Yine de Trump, Amerikan toplumunu baş edilebilir bir grip için tecrit eden ve milyonlarca insanın hayatını olumsuz etkilemiş yıkıcı bir krizi başlatan başkandı. Amerika’yı sosyalist refah programlarından kurtarmak için çok az şey yaptı, federal hükümeti küçültme planları dikkat çekici anti-sosyalist söylemine rağmen her zaman zayıf kaldı ve deregülasyon çalışmaları en iyimser tabirle mütevazıydı. Assange ya da Snowden’a af çıkarmadı ve olağan şüpheliler tayfasından Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC), Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) ve benzerleri onun başkanlığında herhangi bir zarar ve güç kaybına uğramadı. Kısacası Trump, kınadığı derin devlet tarafından âdeta absorbe edildi.³² Trump önemli kurumsal ve kişisel gelir vergisi indirimleri uyguladıktan sonra Çin’den ithal edilen mallara milyarlarca dolarlık gümrük vergisi koydu. Ticaret savaşı Amerikalı tüketicilere çok pahalıya mal oldu ve Çin misilleme olarak kendi gümrük tarifelerini uygulamaya başladığında, ihracat yapmaları giderek zorlaşan Amerikalı çiftçileri -milyarlarca doları bulan vergi mükellefi parasıyla- kurtarmaya çalıştı. Trump’ın gümrük vergileri sadece yeni vergiler değil, aynı zamanda ekonomide kazanacakları ve kaybedecekleri belirleme politikasıdır.

 

Trump yönetimi yeni savaşlar başlatmadı ama savaşları sonlandırmanın aksine yeni savaşlara girmeye epey yaklaştı. Afganistan, Suriye, Somali ve Irak’ı bombaladı, Kuzey Afrika’da özel operasyonlar yürüttü ve Pasifik’te donanmanın güçlendirilmesini teşvik etti. Trump, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşına askerî yardımın kesilmesini bile veto etti. Başkanlığı döneminde askerî harcamalar önemli ölçüde arttı ve böylece askerî-endüstriyel kompleksin genişlemesini desteklemiş oldu. Nihayetinde Trump emperyalizmin, NATO’nun ve Siyonizm’in emrindeki bir başka savaş çığırtkanıydı.³³

 

Özetle, Amerikan başkanlarının çoğu gibi Trump’ın da ellerinde kan ve damarlarında devletçilik vardır.³⁴ Bir “devletçilik karşıtı” ona nasıl bu kadar bağlılık gösterebilir? Milei’nin görüşleri şüphe uyandırmakla kalmayıp endişe ve rahatsızlık da vericidir. Başkanlık için hakiki liberteryenleri destekleyeceğine, sadece Trump’ı desteklemekle kalmıyor, bir de üstüne onu liberteryen ve Avusturyacı iktisat argümanlarıyla savunup övüyor.

 

Milei, Siyonizm ve Amerikan Emperyalizmi

Milei Siyonizm’e olan bağlılığını, başkanlık seçimini kazanması hâlinde Arjantin büyükelçiliği Kudüs’e taşıma sözü verdiği Haziran 2022’de göstermişti.³⁵ Netanyahu, cumhurbaşkanı olarak İsrail’e yaptığı ziyarette Milei’yi “Yahudi Devleti’nin büyük bir dostu” olarak nitelendirdi ve Kudüs konusundaki kararından memnuniyet duyduğunu belirtti.³⁶ Netanyahu her ikisinin de serbest piyasayı “savunduğunu” söylüyordu ama İsrail’de toprak için serbest piyasanın neredeyse hiç olmadığını ve İsrail hükümetinin Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki ticarete müdahale ettiğini unutmuş olmalıydı. İsrail onlarca yıldır Filistinlilere akla gelebilecek her türlü zulmü uyguladı ve Ekim 2023’te başlayan Gazze saldırısı, kendisini bir terörist gruba karşı savunma bahanesiyle on binlerce masum insanın katledilmesiyle sonuçlandı.³⁷

 

İlk olarak, İsrail’e yönelik saldırılar genellikle İsrail’in dış politikasına verilen yanıtlardır. Çatışma 2023’te başlamadı, bunun arkasında uzun bir hikâye vardı.³⁸ Bununla birlikte, “İsrail’in meşru müdafaa hakkını” savunmanın yanı sıra, Mart 2024’te Milei, Hamas’ın saldırısının “emsal teşkil edecek karşılıklar” gerektirdiğini söyledi ve İsrail’in yaptığı her şeyin “oyunun kuralları dâhilinde” olduğunu belirterek “Hamas teröristleri tarafından işlenen aşırılıklara rağmen İsrail tek bir aşırılık yapmıyor” dedi.

 

Tanımları itibarıyla savaşçı olmayan binlerce çocuk İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından öldürülmüşken Milei’yi nasıl savunabiliriz? Rothbard Milei’ye nasıl yanıt verirdi? En azından 1982’de Amerikalı Yahudi liderlere verdiği yanıtı verirdi:

 

Amerikalı Yahudi liderler de İsrail Devleti’ni ne pahasına olursa olsun desteklemeyi bir görev olarak görüyorlar. Peki bu kaç ölüme mal olur? Daha kaç cinayete gerek var? Ne kadar masum katledilecek? Amerikalı Yahudi liderleri bu çılgınlıktan caydıracak, bu insanların İsrail Devleti için sonsuz apolojistliklerini durdurmalarına neden olacak muhtemel bir eylem var mı? Herhangi bir eylem var mı?³⁹

 

Eğer Milei’nin de söylediği gibi doğmamış çocukların öldürülmesi bir sapkınlıksa, o zaman tamamen doğup gelişmiş çocukların öldürülmesi de aşırılık olarak değerlendirilemez mi?⁴⁰ Bugün, İsrail’in Gazzelilere yönelik soykırımı,⁴¹ ardı ardına işlediği savaş suçları ve Orta Doğu’da ABD hükümetinin suç ortaklığıyla gerçekleştirdiği⁴² hava saldırılarının ortasında, Filistin direnişini ve toprakları üzerindeki haklarını her zaman savunan Rothbard, Milei’nin sözlerinden nefret eder ve onu savunulamaz bir sahtekâr olarak görürdü.⁴³ Öte yandan Milei Yahudi örgütlerinden, İsrailli yetkililerden ve diğerlerinden övgüler, ödüller ve takdirler de almıştır.⁴⁴

 

Milei’ye göre “özgürlük ve İsrail arasındaki bağı anlamak kilit önemdedir” çünkü İsrail “manevi ve maddi olanın birleşimini” başarmış bir halktır.⁴⁵ Mayıs 2024’te Amerikan üniversitelerinde Filistin lehine yapılan protestolar sorulduğunda Milei, üniversitelerde meydana gelen “Yahudi karşıtı davranışları” “abes” bulduğunu, “tarihin doğru tarafında” (ABD, İsrail ve Batı’nın tarafında) durduğunu ve teröristlere karşı kendilerini savunmak için “tüm kaynakları” kullanacaklarını belirtti.⁴⁶

 

Şubat 2022’de Milei, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşa ilişkin görüşlerini de net bir şekilde ortaya koydu. Televizyonda “Putin’in totaliter uğraşını” kınadıktan sonra, “özgür dünya” lehine konuşarak özgürlüğe karşı olanlara sert sözlerle tepki gösterdi.⁴⁷ Arjantin hükümetini Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınama fırsatını kullanmamakla ve “dünyanın nasıl işlediğini anlamamakla” eleştirdi ve şöyle devam etti: “Ben katillerle anlaşma yapmam, Çin’le olmaz, Kuzey Kore’yle olmaz, Rusya’yla olmaz, özgür dünyaya saygı duymayan hiç kimseye saygım olmaz.”

 

Ancak Putin’in iktidara gelmesinden bu yana Amerikan-Siyonist emperyalizmi de Orta Doğu’da savaş çıkararak milyonlarca insanı öldürdü ve çok daha fazlasını yerinden etti. Milei sözlerine savaşla ilgili “ahlâki bir sorgulama” ile devam etti: “Olan biten yanlışsa, tarafsız bir tutum benimseyemezsiniz çünkü suç ortağı olursunuz, yani -bunu bir örnek olarak veriyorum, lütfen- Tato’nun Florencia’ya şiddet uyguladığını görürseniz, dışarı çıkıp Florencia’yı savunmanız gerekir çünkü bunun yanlış olduğunu bilirsiniz.”

 

Rothbard ise buna, liberteryen pozisyonun müdahaleciliğin tam tersi, yani müdahalesizlik olduğu şeklinde yanıt verirdi.⁴⁸ Devletin gücü arttığında ve ulusal sınırları aşarak başka devletlere girdiğinde, “bu, içerideki nüfusa yönelik saldırganlığın dışarıdaki muadilidir.” Bununla birlikte, liberteryenizm devlet gücünü mümkün olduğunca en aza (sıfıra) indirmekle ilgilidir ve müdahalesizlik bu gücü azaltmaya yönelik iç hedefin dış ilişkilerdeki tezahürüdür. Rothbard bu iki unsuru bir bütün olarak görüyordu ve bu durumda Milei’nin pozisyonlarında ciddi sorunlar görebilirdi.

 

Milei, Tato’nun Florencia’yı dövdüğünü gördüğünüzde Florencia’yı savunmak için acele etmeniz gerektiğini varsayıyor. Ancak ortada hafifletici sebepler olabilir: Florencia, Tato’nun çocuğunu dövmüş olabilir ve Tato da misilleme yapıyor olabilir; yani kavgayı Florencia başlatmış olabilir ve bu da ancak Florencia-Tato ilişkisinin tarihsel olarak araştırılmasıyla bilinebilir. Milei, Ukrayna ve Rusya devletlerinin hak iddia ettikleri topraklara sahip olduklarını varsayar. Eğer Rusya Ukrayna’yı işgal ederse, Ukrayna toprakları -Ukrayna devletinin haklı mülkü- Rus saldırgan tarafından alınır. Ancak liberteryenler için devletlerin herhangi bir haklı mülkiyeti yoktur. Hiçbir hükümet ülkenin tüm topraklarına doğru ve adil bir şekilde sahip olamaz; topraklar ancak bireyler tarafından doğru ve adil bir şekilde sahiplenilebilir. Devletlerin hiçbir haklı ve meşru talebi olamaz. Eğer Rus Devleti sınırı geçer ve Ukrayna Devleti ile savaşırsa, bu tek başına Rus Devleti’ni Ukrayna Devleti’nden daha saldırgan yapmaz. Zaten her ikisi de kendilerine tâbi halklar üzerinde saldırgandır. Her hükümetin Ukrayna’yı savunması gerektiği fikri, yerel bir çatışmanın küresel olarak tırmanmasını ve ilk saldırganlığın genişlemesini beraberinde getirir.

 

Daha fazla hükümet Ukrayna’yı savunmak için savaşa girdikçe, daha fazla masum insan öldürülecek, vergi ödemeye zorlanacak ve askere alınacaktır. Savaşlarda saldırganlığın en aza indirilmesi, hiçbir devletin “herhangi bir çatışmaya girmemesi -ki umarım hiçbir devlet başka bir devletle savaşa girmez- ve eğer herhangi bir devlet savaşa girerse, üçüncü, dördüncü ve beşinci tarafların savaşın dışında kalması” anlamına gelir. Dahası, devlet sınırları adil bir şekilde sahiplenilmediği ve her zaman önceki fetihlerin sonuçları olduğu için, “saldırgan” devlet “mağdur” devletten daha haklı bir iddiaya sahip olabilir.

 

Milei, Rusya-Ukrayna ihtilafından bahsettiği televizyon programıyla aynı günde X/Twitter hesabından bir mesaj yayınladı.⁴⁹ Mesajda “kolektivist otoriterliğin” askerî ilerleyişi tarafından tehdit edilen “Dünyanın Demokratik Ulusları Konseyi”ne atıfta bulunuluyor ve şöyle devam ediliyordu:

 

Açık ve Özgür Toplum modelini tereddütsüz savunan bizler, özgürlüğün düşmanlarına karşı etkili bir strateji için güçlerimizi birleştirmeliyiz... Özgür dünyanın liderlerinin kısır ve felç edici tartışmalarda takılıp kalma hakları yoktur.

 

2020 yılında Milei, “barut fıçısı” olan bir dünyada “zayıf” bir Amerikan başkanının iktidarda olmasından duyduğu endişeyi dile getirdi.⁵⁰ Ardından, “Neredeyse şunu söyleyebilirim ki Trump’ın düşüşü Batı medeniyetini tehlikeye atacaktır” dedi. Oysa barut fıçılarını dünyanın dört bir yanına yayanlar Milei’nin müttefikleridir.

 

Uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda, bir başkanlık tartışmasında Milei, Amerikan emperyalizminin meşhur demokratik söylemini kullanarak şunları söyledi:

 

ABD, İsrail ve özgür dünya ile aynı çizgide olduğumu sistematik olarak belirttim... Bir devlet olarak, liberal demokrasiye, bireysel özgürlüklere ve barışa saygı duymayanlarla herhangi bir ilişki kurmak istemiyorum.⁵¹

 

Aslında, bu özgür dünya kavramı açık bir şekilde Amerikan emperyalizminin Soğuk Savaş propagandasından kaynaklanmaktadır. Başkan Milei’nin dış politikası dünyaya verilen açık bir mesajdır. Arjantin beş aydan kısa bir süre içinde hava kuvvetleri için yirmi dört adet F-16 jeti satın aldı, ABD ile ortak bir deniz üssü kuracağını açıkladı ve NATO’ya küresel bir ortak olarak katılma talebinde bulundu.⁵²

 

Fikirler önemlidir. Ancak bazı fikirlerin diğerlerine üstün gelmesi ölümcül sonuçlar doğurabilir. Rothbard savaş ve barışın en önemli konular olduğunu düşünüyordu. Milei yönetiminin NATO’ya, Ukrayna’ya ya da İsrail’e yardım için asker, silah ya da para göndermesinin ötesinde önemli olan, dünyanın en ünlü “liberteryeninin” büyük liberteryen barış davasını desteklememesidir.

 

Otuz yıl sonra, Rothbard’ın sözleri her zamanki gibi hâlâ geçerliliğini korumaktadır:

 

Tabii Neocon’ları harekete geçiren şey her şeyden önce dış politikadır. Bu dış politikanın baskın ve değişmez hedefi, “Orta Doğu’daki küçük demokrasi” diye tanımladıkları İsrail Devleti’nin korunması ve diğer tüm hususların üzerinde yüceltilmesidir. Sonuç olarak, özellikle İsrail Devleti’ne büyük miktarda dış yardım yapılmasını ve Amerika’nın her yerde “saldırganlıkla” mücadele edecek ve tüm dünyaya “demokrasiyi” empoze edecek bir Yeni Dünya Düzeni’nin başat gücü olmasını desteklemektedirler ki buradaki “demokrasinin” püf noktası da oy verme ve serbest seçimlerden ziyade, tüm dünyadaki “insan hakları ihlallerinin”, özellikle de gerçek ya da kurgusal her türlü anti-semitizm ifadesinin kökünün kazınmasıdır.⁵³

 

Milei ve Uyuşturucuya Karşı Savaş

2022’de Milei’ye “Uyuşturucu ve uyuşturucu kaçakçılığı konusunda nasıl bir tutumunuz var?” diye soruldu.⁵⁴ Milei, kötü alışkanlıkların suç olmadığını söyledikten sonra gazeteciye anarko-kapitalizm altında yaşamadığımızı da hatırlattı. Milei’ye göre ortada bir refah devleti var ve “işin kilit noktası” da bu. Milei, eğer sağlık hizmetlerine adanmış bir refah devleti olmasaydı tüm uyuşturucu piyasasını çoktan serbest bırakmış olurdu. Yıllar boyunca, uyuşturucuya karşı savaşı sürdürmesini işte şu ifadelerle meşrulaştırmaya çalışmıştır:

 

Buradaki mesele, kişinin kararlarının maliyetini yüklenip yüklenmediğine bağlıdır. Faturayı herkes ödüyorsa, serbestleştirmeden yana olamazsınız, çünkü bu, maliyetleri topluma aktarır ve beleşçilik sorununa yol açar. Dolayısıyla, eğer bir refah devleti varsa ve siz uyuşturucu kullanıyorsanız ve faturayı başkasının ödemesi gerekiyorsa, işler değişir. Herkesin kendi sorunu olsun, ama bunu başkasının cebinden yapacaksanız, işte o zaman hayır.⁵⁵

 

Birincisi, günümüzde yasa dışı uyuşturucu bağımlıları da dâhil olmak üzere hiç kimse sorumsuz davranışları nedeniyle vergilerle finanse edilen sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmamaktadır. İkincisi, net vergilerin tüketicileri herhangi bir fatura da ödememektedir. Milei’nin yeterince açık bir şekilde izah etmediği husus, vergilerle finanse edilen sağlık sisteminin, sağlıksız davranışların maliyetini toplumsallaştırdığı için, sağlıkları konusunda en sorumlu olanların ekonomik zararına ve en sorumsuz olanların yararına olacak şekilde toplam maliyeti yeniden dağıttığıdır. Dahası, Milei’nin yasa dışı maddelere karşı duruşu, tüketimiyle ilgili toplumsal bir maliyet taşıyan her türlü maddenin kriminalize edilmesine [suç sayılmasına] kapı açmaktadır. Kötü alışkanlıkların suç olmadığını kabul etmek gerçekten kilit noktadır, ancak bu aynı zamanda onun duruşunun daha da çelişkili olmasının nedenidir. Elbette bir başkasının sağlığı için para ödemek zorunda bırakılmak haksızlıktır. Ancak bunun arkasından gelmesi gereken şey, belirli maddelerin ticaretinin cezalandırılması değil, söz konusu sistemin kaldırılmasıdır.

 

Milei ve COVID Krizi

COVID krizi sırasında Milei aşılar konusunda şüpheciydi, ancak sonunda pes etti ve işle ilgili gerekçelerden dolayı aşı oldu.⁵⁶ Daha önce zorunlu COVID-19 aşısına karşı çıkmıştı ve aşı olduktan sonra da karşı çıkmaya devam etti.⁵⁷ Ayrıca Avrupa’da uygulananlar gibi COVID karnelerine de karşı çıkmış ve bunları Nazilerin Yahudileri işaretleme uygulamasıyla bir tutmuştur.⁵⁸ Milei, reşit olmayanları COVID’e karşı aşıladıkları için ulusal makamları bile sert bir şekilde eleştiriyordu.⁵⁹ Arjantin’deki acımasız önlemler ilk başladığında Milei karantinayı savundu,⁶⁰ ancak bir aydan kısa bir süre içinde buna karşı çıktı ve bu durumu “mağara adamı karantinası” olarak nitelendirdi.⁶¹ Genel olarak COVID çılgınlığına karşı iyi bir savaşçı olmaya devam etti.⁶² Peki, tüm bunlar onun bir liberteryen olduğunu kanıtlamıyor mu? Tam olarak değil. Belki de dünya çapında milyarlarca insan COVID çılgınlığına karşı çıktı, aşı olmadı, karantinalara ve COVID karnelerine direndi ama hiçbir ciddi liberteryen tüm bu insanların devleti ortadan kaldırmak ya da radikal bir şekilde küçültmek istediğini düşünmeyecektir. Milei sadece bu konuda liberteryen olduğunu kanıtlamıştır.

 

Milei ve Özgürlük için Planlı Program

Seçimlerden önce Milei’nin 2022 yılında sunduğu reform planı, belirli bir sırayla devreye sokulacak üç kuşaklık reformlar şeklinde yapılandırılmıştı.⁶³ İlk kuşakta, kamu harcamalarında ve vergilendirmede güçlü bir azalma, gelecekteki iş sözleşmeleri için artan esneklik, tek taraflı serbest ticaret, deregülasyon ve daha fazlasını vaat ediyordu. Merkez bankası tasfiye edilecekti. İkinci kuşak ise, bir yandan emeklilik maaşlarının özelleştirilmesi, diğer yandan da sosyal yardımların istihdamı teşvik edecek şekilde yeniden yapılandırılması için emeklilik ve refah politikalarında reformlar içeriyordu. Üçüncü kuşak da sağlık ve eğitim reformlarını kapsıyordu.

 

Bununla birlikte bazı liberteryenlerin destatizasyon (devletsizleştirme) için bir tür organize plan ortaya koyarak “realistik” görünme eğilimindeki tehlikeli cazibeyi işaret etmiş Rothbard’dan günümüz liberteryenlerinin hâlâ öğrenecekleri çok şey var.⁶⁴ Önemli olan nokta yıl sayısı değil, özgürlük hedefine geçiş için herhangi bir planlı program ortaya koyma fikridir. Rothbard’a göre böyle bir planla ilgili sorun, diğer adımlar atılana kadar belirli adımların atılmaması gerektiğini ima etmektir. İşte bu, “teoride tedricilik/aşamacılık/kademecilik” tuzağıdır. Planlayıcılar, özgürlüğe doğru planlanandan daha hızlı gidilmesine karşı çıkıyormuş gibi bir pozisyona düşeceklerdir. Gerçekten de neden daha yavaş bir tempo olmasın ki?

 

Ancak özgürlüğe yönelik kapsamlı bir plan fikrinde bir başka ciddi kusur daha vardır: Rothbard’a göre, programın her şeyi kucaklayan doğası, “devletin insanlığın ortak düşmanı olmadığını, devleti özgürlüğe doğru planlı ve ölçülü bir adım atmak için kullanmanın mümkün ve arzu edilir olduğunu ima eder.” Buna karşılık, devletin insanlığın başlıca düşmanı olduğu anlayışı çok farklı bir stratejik bakış açısına yol açmaktadır: Liberteryenler “herhangi bir cephede devlet gücünün ya da faaliyetinin herhangi bir şekilde azaltılması için çaba göstermeli ve bu konuda istekli olmalıdır. Herhangi bir zamanda böyle bir azalma, suç ve saldırganlığın azalması açısından memnuniyet verici bir gelişme olacaktır.” Liberteryenler devleti ölçülü bir yok etme sürecine girmek için kullanmamalı, her zaman ve her yerde devletçiliğin tüm tezahürlerini hepten kesip atmalıdır.

 

Milei ve Özelleştirmeye İlişkin Fırsatlar

Özelleştirmeler henüz hayata geçmemiş olsa da devlete ait havayolu şirketinin özelleştirilmesi Milei’nin gündeminde. Şirket 2008 yılında yeniden kamulaştırılmış ve vergi mükellefleri 2021 yılından bu yana doğrudan hükümet tarafından kurtarılan bir havayolunu desteklemek zorunda bırakılmıştı. Gerçek bir özelleştirme için, rekabeti yasaklayan tüm regülasyonların ve sektördeki tüm vergilendirmelerin kaldırılması gerekir; yani bunun yerine deregülasyon ve daha az vergilendirme getirilmelidir. Milei, şirketin hisselerinin çalışanlarına verilmesini ve böylece mülkiyetin onlara devredilmesini önerdi. Çalışanlar ya şirketin sorumluluğunu üstlenecek ya da hisselerini satacaklardı. Sendikaların bu kadar etkili ve pazarlık gücüne sahip olduğu bir ülkede özelleştirmeye yönelik en uygun yöntem bu olsa da, adil bir hareket tarzı değildir.

 

Homesteading [sahipsiz kaynakların mülk edinilmesi] ilkesine göre, varlıklar onlar üzerinde çalışanlara aittir, ancak vergi mükelleflerinin mülklerine karşı bir ilk saldırı durumu olmasaydı havayolu şirketi de mümkün olmazdı. Hükümet yasal olarak havayolu şirketine sahiptir, ancak adil bir şekilde sahip değildir. İşçilere gelince, onların tek olası talebi maaşlarıyla ilgilidir ve bu maaşlar ve havayolunun işletilmesiyle ilgili diğer tüm masraflar bile ağırlıklı olarak vergi mükellefleri tarafından finanse edilmektedir. Aslına bakılırsa, Milei’nin önerdiği şeyi yapmak ahlâki açıdan bir rezalet teşkil edecektir. Rothbard da uygulandığı her yerde öncelikli olması gereken özelleştirme ilkesinin, hükümetin “çalınan, el konulan tüm mülkleri asıl sahiplerine ya da mirasçılarına iade etmesini” gerektireceğini, çünkü mülkiyet haklarının her şeyden önce çalınan mülklerin asıl sahiplerine iade edilmesini gerektirdiğini belirtirdi.⁶⁵ Sadece havayolu şirketini finanse etmek için saldırıya [vergilendirmeye] maruz kalanların iadeye [tazminata] ilişkin haklı bir talebi olacaktır.

 

Mümkünse, kamulaştırılan üretim faktörlerinin müsadereye maruz kalmış özel sahiplerine ya da mirasçılarına yasal mülkiyetleri her zaman iade edilmelidir. Ne var ki bu durumda, vergi mükelleflerinin hak sahibi olduğunu bilsek de, yasal sahipliğin vergi ile finanse edilen işletmeler için aynı şekilde işlemesi mümkün değildir. En adil ve mantıklı çözüm, 2008’den bu yana ödenen vergilerle orantılı olarak vergi mükellefleri arasında hisse dağıtımını içeriyor gibi görünmektedir. Ancak bir havayolu şirketinin işleyebilmesi için hiyerarşiye ve uzman bilgisine ihtiyacı vardır. Varlıkların kullanılabilmesi, tasfiye edilebilmesi ya da parçalara ayrılabilmesi için, sahipler arasında pek çok karmaşık konuda anlaşmaya varılması gerekecektir. Böyle bir süreç, bu çözümden elde edilebilecek olası kazanımları engelleyecektir. Vergi belgelerini incelemek ve adil bir hisse dağılımını hesaplamak için bir büro kurulursa, bu yine vergi mükelleflerine haksız bir külfet yükleyecektir. Adaletsizliğin faili, adalet için kurbana bir bedel ödeterek yeni bir adaletsizlik daha yapmış olacaktır. Dahası, hükümet, her zamanki gibi, örneğin vergi mükelleflerine hak ettiklerinden daha fazlasını ya da daha azını vererek görevinde hata yapabilir ve bu da şirketin yeniden faaliyete geçmesi ya da tasfiye edilmesi sürecini zorlaştırabilir.

 

Benjamin Seevers ise anonim şirket ve sendikalist yaklaşımları birleştirmeyi öneriyor.⁶⁶ Seveers, Milei’nin havayolu şirketine yapılan tüm devlet transferlerini durdurması ve devlet tarafından verilen tüm ayrıcalıkları ortadan kaldırması gerektiğini savunuyor. Şirket, vergilendirme ve kamulaştırmaya gönüllü olarak katıldığı için affedilmemeli ve vergi mükellefleri artık özel olan havayolu şirketine karşı hak talebinde bulunmakta özgür olmalıdır. Milei, şirketi şu anda yöneten bürokratlara verebilir, ancak vergi mükellefleri de ödemeler, tahviller veya hisseler şeklinde tazminat için sivil mahkemede şirkete karşı dava açabilmelidir. Seevers, vergi mükelleflerinin şirket üzerindeki meşru hak taleplerini kabul etmekte ve bunun paylaşımını hükümet yerine “serbest piyasaya” havale etmek istemektedir -yani önce sendikalist çözümü taklit etmekte, daha sonra da bunu karma bir sisteme dönüştürmektedir. Seevers’a göre, havayolu şirketi “eski kamu çalışanlarının şirketi nasıl organize ettiklerini umursamadan hükümetten tamamen koparılmalı” ve yasal olarak bağlayıcı bir emir (belki de bir icra emri) şirketin vergi mükelleflerine yönelik müsaderelerinin artık yasal olarak korunmadığını belirtecek ve düzeltme yapmalarına izin verecektir.

 

Havayolu çalışanlarının ve siyasi rakiplerinin iş birliği yapacağını varsayarsak, Milei’nin planı hızlı, kolay ve mevcut duruma göre tercih edilebilir olacaktır; ancak adil olmayacaktır. Seevers’ın önerisi daha adil olmakla birlikte Milei’ninkinden ne daha hızlı ne de daha kolaydır. Ayrıca, Seevers’in planındaki adalet, işçiler yeni şirketin ilk sahipleri olmak için hiçbir şey yapmamışken, özellikle mahkeme masraflarını karşılayanlar olarak vergi mükelleflerinin çabalarına bağlı olacaktır. Ayrıca, her bir hak talebi sadece diğer vergi mükelleflerinin potansiyel hak taleplerine göre ödüllendirilebilir, dolayısıyla bu da ister şirket ister hükümet, isterse de davacılar olsun, birilerinin hesaplamaları yapmasını gerektirir. Ancak Seevers’ın planını fiilen ortadan kaldıran daha temel bir sorun da vardır: Ne kadar çok vergi mükellefi tazminat talep ederse, işçiler için o kadar az fayda sağlanır. İşçiler bu sorunu öngörebilir ve şart koşabilir, böylece Seevers’ın önerisinin özünü de değiştirebilirler.

 

Bununla birlikte, Seevers’ınkinden daha hızlı ve daha kolay olan, Milei’ninkinden çok daha adil olan ve Seevers’ınkinden daha az adil olması gerekmeyen başka bir plan önerebiliriz. Bu plan uygulanabilir, anında ekonomik faydalar sağlayabilir, adli ve bürokratik süreçlerden kaçınabilir. Milei yönetimi şirketi piyasada en yüksek teklifi verene satabilir ve teklifler mümkünse piyasa fiyatından başlatılabilir. Bir koşul olarak, şirketin sadece en az 2008’den beri vergi ödeyen mükelleflere satılabilmesi ve satışın nakit olarak yapılması gerekecektir. Tabii ki yeni sahipler şirketin kontrolünü tamamen ele geçirecek ve işçilere karşı herhangi bir yasal yükümlülükleri olmayacaktır -yani isterse onları tutabilir ya da işten çıkarabilirler. Bu vergi mükelleflerinin satın aldıkları şirketten memnun olmaları beklenebilir, çünkü satın almayı kendileri seçmişlerdir ve hükümet artık şirketi yönetmek ve masraflarını üstlenmek zorunda kalmayacaktır. Artık özgür olan işçiler, yeni sahiplerden ya da başka birinden yeni sözleşmeler kabul edebilirler. Satıştan elde edilen parayla işsizler, planda önceden belirlenmiş bir süre boyunca (örneğin altı ay) ya da yeni bir iş bulana kadar maaşlarının yarısını almaya devam edeceklerdir. Mağdur edilmeyeceklerdir, ancak gelir beklentileri ve sendikanın baskısı dikkatle gözden geçirilmiş olacaktır.

 

İşsizlere tanınan sürenin ardından hükümet, elde kalan nakit parayı mümkün olan en şeffaf şekilde yakacak, böylece enflasyonu hafifletecek ve hükümetin, kaynakları piyasa dışı amaçlara yönlendirmesi engellenmiş olacaktır. Bu yolla, zaman alıcı ve zahmetli dağıtım ve yeniden atama süreçleri yaşanmaz ve işçiler şirkette çalışmaya devam edebilir ya da değer yaratan yeni işler bulabilir. Bu plan diğer özelleştirmeler için de uygulanabilir.

 

Arjantin ve Peso Hiperenflasyonu

Milei başkanlığı devraldığında Arjantin’in içinde bulunduğu genel durumu açıklayalım. Hükümetin sürekli olarak vergilerden topladığından daha fazlasını harcaması ve bu harcamaları finanse etmek için para basması neticesinde ortaya çıkan enflasyonist para sisteminde normal olanın ötesinde bir enflasyon bekleniyordu. Rothbard’ın değerli hocası Ludwig von Mises’in yazdığı gibi, “Enflasyon ancak bir gün sona ereceği inancı devam ettiği sürece devam edebilir. İnsanlar enflasyonun durmayacağına ikna olduklarında ise bu parayı kullanmaktan vazgeçerler.”⁶⁷ Dolayısıyla enflasyonun, derin ve kapsamlı da olsa, her türlü oranı alt edecek nihai bir sınırı vardır: Hiperenflasyon olgusu.⁶⁸

 

Hükümet ve bankacılık sisteminden kaynaklanan enflasyon, genellikle fiyatlardaki ılımlı dönemsel artışın normal olduğuna inanan insanlar tarafından bilinçsizce desteklenir. Eğer fiyatlar ekonomik büyümeye bağlı olarak düşebilseydi (yani artan verimliliğin bir sonucu olarak fiyat deflasyonu yaşansaydı), insanlar gelirlerinin daha büyük bir kısmını şu anda mümkün olmayan gelecekteki bazı avantajlar için nakit bakiyesi şeklinde ellerinde tutabilirlerdi -yani daha ileriyi planlayabilir ve değerindeki önemli düşüşler konusunda endişelenmek zorunda kalmadan daha fazla para biriktirebilirlerdi. Ve eğer paraya olan toplumsal talep artarsa da, fiyatlardaki herhangi bir artış, para miktarındaki artıştan oransal olarak daha az olabilir.

 

Arjantinliler hükümetlerinin her zaman enflasyona neden olduğunu biliyor ve peso cinsinden fiyatların sürekli artması nedeniyle başka bir para birimi olan dolar cinsinden plan yapmayı, tasarruf etmeyi ve hesap yapmayı tercih ediyorlar. Pesolarını gelecek için bir değer deposu olacak mallarla ya da dolarla değiştirmek için sık sık acele ediyorlar. Toplumun pesoya olan talebi düştükçe ve dolara olan talebi arttıkça, doların fiyatı peso cinsinden yükseliyor. Aynı zamanda, enflasyonun müsadere [gasp] etkisi hükümetin beklediğinden daha düşük seviyede kalıyor -yani, pesoya olan talebin azalması hükümet tarafından daha az kaynak çekilmesine olanak tanıyor- çünkü fiyatlardaki artış pesonun satın alma gücünün azalması anlamına geliyor. Bu aşamada hiperenflasyon çoktan başlamıştır -bu hiperenflasyon bilgisi, tamamen bireylerin para kullanıcıları olarak eylemleriyle ilgilidir (keyfî bir yüzdeye gerek yoktur).

 

Fiyatlar artmaya devam etmekte ve hükümet fiyatların daha da hızlı artmasına neden olmaktadır. Ancak hükümet yine de kaynak elde edebilir çünkü peso, vergiler ve diğer harcamalarda olduğu gibi yasal ödeme aracı olarak kullanılmak zorundadır. Buna ek olarak, hükümet halkın parasından daha da fazla değer elde etmek için çeşitli döviz kurları uygulamakta, böylece bu süreçte kaybedecekleri ve kazanacakları seçmektedir. Bu şekilde hükümet peso aracılığıyla dolar üzerinde bir fiyat kontrolü uygulamaktadır. Doların fiyatı hükümet için çok yüksektir, bu nedenle alıcılar ve satıcılar arasında serbestçe değiş tokuş edilmesini engelleyerek peso cinsinden fiyatının önüne engeller koymaktadır. Regülasyon nedeniyle peso cinsinden ödenmesi gereken bazı maliyetler daha pahalı hâle geldiğinden, dolarla yatırım yapmak için daha az teşvik oluşmuş, hatta ihracat bu nedenle caydırılmıştır. İhracatçılar kârlarını yeniden yatırıma dönüştürürken dolar kaybetmek zorunda kalmaktadır. Daha da kötüsü, hükümet dolarlarını yurt dışına çıkarmak isteyen yatırımcıların önüne engeller koyarak yatırımları daha da caydırmaktadır. Bu kontrol aşırı talep ve dolar kıtlığı yaratmaktadır. İthalat daha da zorlaşmaktadır, çünkü yurt dışından dolar satın almak daha da güçleşmektedir. Ekonomi bir bütün olarak fakirleşmiştir. Bu süreç bütçe açığı altında sonsuza kadar devam edemez, ancak Arjantin piyasasını başka bir para biriminin yönlendirmesi ve hükümetin pesoyu canlı tutabilmesi nedeniyle çok daha uzun süre devam edebilecektir.⁶⁹

 

Fiyatlar hızla artarken, pesodan kaçış devam ederken, hükümet büyük miktarlarda peso basmak üzereyken ve bunu yaparken de hiperenflasyonun zirve yaptığı bir dönemde, piyasadaki tek para peso olsaydı, pesoya olan talep ve pesonun değeri sıfıra yaklaşacak ve fiyatların fahiş bir şekilde yükselmesine neden olacaktı. Eğer Arjantinlilerin doları olmasaydı bunun ekonomi için sonuçları felaket olurdu. Zira sadece dolarları olmakla kalmıyor, ekonomileri de esasen dolarla dönüyor. Sermaye, tasarruf ve bakiyelerin hepsi zaten dolar cinsinden değerleniyor. Buna ek olarak, üretken sektör de artık peso kullanmak için en az teşvike sahip durumdadır. Ancak yeni pesoların ilk sahipleri olan ve pesolardan kurtulma ihtiyacının da farkında olan devlet görevlileri, maaşlarının diğerlerine göre sürekli daha fazla artış gösterdiğini görürler. Sonuç olarak, yeni pesoları daha sonra alan üretken sektöre kıyasla açık avantajlar elde etmektedirler. Fiyatlar aynı anda ve aynı oranda artmadığından, peso arzı arttıkça, ilk peso sahipleri (ve diğerleri) pesolarını mümkün olan en kısa sürede kullandıkları ve bunları elde etmek için herhangi bir şey satmak zorunda kalmadıkları için pesonun onlardan sonraki kullanıcılarına kıyasla daha avantajlı hâle gelmektedirler -nitekim devlet temsilcileri ve yapay alacaklılar, gelirleri için değer yaratmak zorunda olanlar kadar dezavantajlı değildirler.

 

Böylece, devlet transferlerine ve ayrıcalıklarına daha az bağımlı olan para sahipleri olarak Arjantinlilerin ana hedefi, pesoları karşılığında mümkün olan en kısa sürede dolar veya mal elde etmek olmuştur.

 

Milei ve Kâbus

Milei göreve geldiğinde Arjantin pesosu zaten hiperenflasyon içindeydi. Buna rağmen, ekonomik refah ve adalet için reçete, hükümet aracılığıyla bu eğilimi aktif olarak tersine çevirmek değil, genel olarak ekonominin ve özellikle de pesonun dibe vurmasına ve piyasanın mümkün olduğunca serbest olmasına izin vermektir. Bu dibe vuruş herkes için eşit olmayacaktır ve pesonun ölümü mübahtır. Milei yönetimi Hazine için peso basımını durdurmuş olsa da merkez bankasının diğer faaliyetleri için peso basımı bugün hâlâ devam etmektedir. Enflasyon hâlâ kayda değer düzeydedir. Bu nedenle, Milei ilk haftasında en önemli önceliğinin hiperenflasyondan kaçınmak olduğunu açıklamıştı.⁷⁰ Arjantin zaten hiperenflasyonun içinde olduğu için, Milei de ancak bir hiperenflasyonun zirvesini kastetmiş olabilir. Bu zirveye “kâbus” diyeceğiz, çünkü Nisan 2024’te bu olaydan kaçınmanın Arjantin’in %95 yoksulluk oranına sahip olmasını engellediğini söyledi.⁷¹ Ancak bir liberteryen ve Avusturya İktisat Ekolü’ne bağlı biri asla böyle bir hedef için çabalamaz ve böyle bir olaya inanmaz.

 

Öncelikle, Arjantin’in bu enflasyonist cehenneme alışkın olduğu ve bu kâbusun kısa vadede benzer bir ekonomik duruma alışkın olmayan diğer ülkelere kıyasla Arjantin’de çok daha az zararlı olacağı kabul edilmelidir. Kâbus sırasında pesonun satın alma gücü sıfırlanma eğiliminde olacaktır, ancak neredeyse hiç kimse peso cinsinden değer depolamadığından, kâbustan önceki ve sonraki ekonomik refah farkı da sıfırlanma eğiliminde olacaktır -yani, tüm mal ve hizmetlerin mevcudiyeti ve toplumsal zenginlik neredeyse hiç değişmeden kalacaktır.

 

Kâbus yüzünden ekonomi asla çökmeyecektir. Arjantin’in piyasası fakirleşmiş bir takas durumuna geri dönmeyecek ve mübadele aracı olarak kullanılmak üzere sürekli emtia biriktirmeye gerek kalmayacaktır çünkü hâlihazırda başka bir genel mübadele aracı mevcuttur. Hükümet yoldan çekilir ve ekonominin piyasa tarafından yönlendirilmesine izin verirse, pesoya olan talep eninde sonunda o kadar düşecektir ki devlet parası değersiz hâle gelecek ve Arjantinliler enflasyon yükünden kurtulacaktır. Aslında bu, hükümetin serbest piyasada değiş tokuş edilen bir emtia parasını, doları ya da yeni bir para birimini benimseyebileceği tek meşru yoldur. Ancak yeni hükümet parası, daha önce var olan parayla -bu durumda dolarla- değiştirilemediği sürece piyasada yer edinemez. Dahası, Arjantinlilere bugün hiperenflasyondan çıkış yolu sunmasının yanı sıra, ekonomik hesaplama dolar aracılığıyla zaten güvence altına alınmıştır.

 

Elbette bu kâbus, peso aracılığıyla devlet transferlerinden ve ayrıcalıklarından en çok yararlanan insanlar için talihsiz etkiler yaratacaktır. Örneğin, peso basımının, peso cinsinden vergilerin, döviz bozdurma planlarının, pesonun ilk sahibi olmanın ve pesonun devlet görevlilerine toplumun geri kalanı üzerinde sağladığı etki ve kontrolün fayda ve avantajları bu kâbusta kaybolacaktır. Dolayısıyla Milei yoksulluğun katlanması konusunda uyarıda bulunduğunda, aslında kastettiği şey devlet görevlilerinin ve diğer ayrıcalıklı kişilerin bir an için sahte gelirlerinden yoksun kalacağı gerçeğiydi. İşte tam da bu nedenle, kâbustan kaçınmaktan ve gidişatı tersine çevirmekten en çok faydalanan, Milei’nin her zaman mücadele ettiğini iddia ettiği siyasi kast olan hükümettir.

 

Eğer Milei’nin amacı hiperenflasyondan çıkıp pesoyu istikrara kavuşturmak ve böylece insanların plan yapmak, hesaplamak ve tasarruf etmek için serbestçe peso talep edebilmelerini sağlamaksa, bu amaca hükümet aracılığıyla ulaşma çabaları aslında gerçek piyasa arzularına karşı işlemek zorunda kalacaktır. Peso musluğunu kapatabilecek ve halkın enflasyonist beklentilerini yavaşlatabilecek peso arzındaki genişlemenin dramatik bir şekilde durdurulması ya da halkı tekrar peso bakiyesi tutmaya teşvik edebilecek parasal enflasyonun dramatik bir şekilde sona erdirilmesi, Arjantin’deki üretken insanların çoğunluğu, herhangi bir hükümet politikası kullanılmasını zorlamadan peso ile dolarla olduğu kadar rahat hissedene kadar pesoyu istikrara kavuşturmayacaktır.

 

Milei ve %100 Dolarizasyon

Merkez bankasının lağvedilmesi siyasi kast için sakıncalı olacaktır. Herhangi bir dolarizasyon reformu peso üretimi üzerindeki tekeli Arjantin hükümetinin elinden alacaktır. Ancak dolarizasyon aynı zamanda Amerikan para emperyalizminin hegemonyasını ve para üretimi üzerindeki küresel tekelinin tehdidini ilerletmeye de yardımcı olacaktır.⁷² Dolarizasyon özgürlüğü teşvik etmeyebilir, ancak piyasanın zaten peso yerine uluslararası rezerv para birimini seçmiş olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bu durum Arjantin ekonomisine daha iyi parasal koşullar sunacaktır.⁷³

 

Dolarizasyondan daha iyi reformların uygulanmasının önündeki tek engel siyasi irade eksikliğidir.⁷⁴ Ancak Arjantin’in içinde bulunduğu durum, geçmişi ve Milei’nin görüşleri göz önüne alındığında,⁷⁵ dolarizasyonun Rothbardyen bir şekilde,⁷⁶ yani mevcut durum için en uygulanabilir ve en az riskli görünen bir reform⁷⁷ olan %100 rezervli bankacılık sistemi getirilerek yapılma ihtimali oldukça yüksektir.⁷⁸ Bu, Arjantin’i FED [ABD Federal Rezerv Sistemi] kaynaklı enflasyon ve kredi genişlemesinden kurtarmayacak olsa da, bankacılık sisteminin kredi genişlemesinden ve kendi sermaye yapısındaki diğer zararlı etkilerden kurtulmasını sağlayacaktır. Ayrıca, kısmi rezervli bir sistem tarafından güvene dayalı itibari/kaydi mübadele aracı enjekte edildiğinde kaçınılmaz olan çarpıklık ve yanlış yatırımları önleyen daha gerçek faiz oranlarına yol açacaktır. Yapay ani yükselişler, derin durgunluklar ve büyük varlık kayıpları esasen önlenecek ve ulusal sistem, alternatif statükonun döngüsel olarak yarattığı, daha büyük ve daha acı verici deflasyonlara ve resesyonlara neden olan para arzındaki ani daralmalara karşı bağışıklık kazanacaktır.

 

Milei ve Başkanlık Görevindeki İlk Beş Ayı

Rothbard gibi biz de Milei’nin, insanları devlet gücünden kurtarmak için onları daha da köleleştirmekten ziyade daha fazla adım atmasını ummalıyız. Ayrıca bunu radikal bir şekilde ve siyasi merkezîleşmeye karşı çıkmak da dâhil olmak üzere mümkün olan en liberteryen eğilimli politikalarla yapmalıdır. Milei uluslararası düzeyde yanlış yönde ilerliyor, peki ya ulusal düzeyde?

 

Göreve geldikten hemen sonra Milei bir kararname imzalayarak bakanlık sayısını yirmi ikiden dokuza indirdi. Şimdilik bu azaltma sembolik düzeyde kaldı çünkü bu sadece bazı bakanlıkların diğerlerini absorbe etmesini sağladı ve kamu istihdamını önemli ölçüde azaltmadı. Milei vergi arttırmayacağı ya da yaratmayacağı sözünü vermesine rağmen akaryakıt ve ithalat vergilerini arttırdı ve vergi kapsamını özel tahvil abonelikleri ile kâr ve temettü havaleleri için döviz alımlarını da kapsayacak şekilde genişletti.⁷⁹ Mart 2024’te Milei, ikiyüzlü bir şekilde, muhalefet partisinin valisinin vergi artışlarına karşı Buenos Aires’te bir vergi isyanı çağrısını destekledi.

 

Milei, çeşitli fiyat kontrolleri de dâhil olmak üzere yüzlerce yasayı kaldıran ya da değiştiren bir kararname ile ekonomiyi bir ölçüde serbestleştirdi. Konut sıkıntısına yol açan kira yasasını yürürlükten kaldırdıktan sonra etkisi hemen görüldü: Arz arttı, fiyatlar enflasyonun altında kaldı ve sözleşmeler artık işlemlerde hangi para biriminin kullanılacağı da aralarında olmak üzere tamamen ilgili taraflarca kararlaştırılıyor. Diğer taraftan, özel sağlık hizmetlerinde fiyat kontrollerini kaldırdıktan sadece dört ay sonra, kayda değer bir enflasyon ortamında, yönetim yanlış bir yola saptı ve şirketleri dayatılan kriterlere göre fiyatlarını düşürmeye zorlamaya karar verdi. Kartelleşme suçlamalarına verilecek yanıt, serbest fiyatlandırmaya karşı engeller koymak yerine serbestleşme sürecini devam ettirmek olmalıdır. Arjantin ekonomisi büyük ölçüde kartelleşmiştir ve Rothbard’ın da açıkladığı gibi, endüstrilerin zorunlu olarak kartelleştirilmesi tekelci ayrıcalıkların tanınması anlamına gelmektedir.⁸⁰ Bu durumda fiyatların serbest bırakılması rekabeti kısıtlayan, yatırımları caydıran, tüketicileri ihtiyaçlarının daha iyi karşılanmasından mahrum bırakan ve piyasa kaynaklarının serbest tahsisini bozan ekonomiyi regüle etmeye yönelik önceki hükümet müdahalelerini ele alan bir politikayı ortadan kaldırır. “Arjantinlilerin Özgürlüğü için Temeller ve Başlangıç Noktaları” adlı yasa kongrede onaylandıktan sonra regülasyon sorununun bir kısmının üstesinden gelinebilir. Bu yasa tasarısı özelleştirmeler, deregülasyon, iş gücü piyasasında akıcılık ve yürütme organında daha fazla güç toplanmasını amaçlıyor. Bu tasarı ve gelir vergisinin bir kategorisini yeniden düzenleyen vergi paketi şimdiden meclislerden birinden geçti. Doğru, Milei birkaç gümrük vergisini düşürdü, ancak vergi artışları çok daha kayda değerdi, ekonomiye fayda sağlamıyordu ve krizden kaçmanın bir yolu olarak görülmemeliydi.

 

İlk devalüasyonun ardından enflasyon yavaşladı. Enflasyonla baş edebilmek için faiz oranları da merkez bankası tarafından periyodik olarak manipüle edilmeye devam ediyor. Milei hükümeti arka arkaya üç kez bütçe fazlası vermeyi başardı ve bazı sübvansiyonları kesti. Milei göreve geldiğinden beri kamu tarafından yapılan inşaatların finansmanı büyük ölçüde durduruldu. İfade özgürlüğüne baskı yapan ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı faaliyet gösteren Ulusal Enstitü gibi bazı devlet kurumları kapatıldı. Ulusal Bilimsel ve Teknik Araştırma Konseyi’ne ve bu kurumun şüpheli soruşturmalarına ayrılan ödenek miktarı azaltıldı. Milei’nin yaptığı değişikliklerin önemli bir kısmı, hizmetlere yapılan zamlar neticesinde geçinebilmek için dolar satmak zorunda kalan orta sınıf ve emeklilere zarar veriyor. Milei’nin kesintileri iyi olmakla birlikte, onu refah programlarını genişlettiği ve uyuşturucuya karşı savaşı yoğunlaştırdığı için de eleştirebiliriz.

 

Milei ve Bütçe Fazlası Heyecanı

Bütçe fazlaları, belirli bir süre boyunca hükümet tarafından harcanandan daha fazla miktarda paranın vergi olarak toplanması durumunda ortaya çıkar.⁸¹ Bir bütçe fazlası hükümet tarafından istiflenebilir ya da deflasyon yoluyla tasfiye edilebilir. Eğer süt endüstrisinden yüz peso alınır ve sadece yetmiş peso kâğıt için harcanırsa, sadece alınan kâğıt için değil aynı zamanda istiflenen ya da yok edilen para için de ödeme yapılacağından vergi daha büyük bir yük olacaktır. Süt endüstrisinin kaybı, hükümet tarafından bütçe sürecinde yükler getirirken göz önünde bulundurulmalıdır. Harcamalar ve gelirler farklı olduğunda, özel sektör üzerindeki mali yük yaklaşık olarak ikisinden büyük olanı ile ölçülebilir. Ancak hükümet kamuya iki kez yük bindirir: özel sektörün kaynaklarına önce para arzını şişirerek el koymuş olur, sonra yeni parayı da vergilendirerek geri alır. Bütçe fazlaları borçların geri ödenmesi için kullanılırsa deflasyonist etki imkânsızdır. Ve eğer bu fazlalar bankaların elindeki devlet borçlarının itfası [ödenmesi] için kullanılırsa, deflasyonist etki bir kredi daralması şeklinde olmayacak ve önceki enflasyonun yol açtığı uyumsuzlukları düzeltmeyecektir -hatta daha fazla ekonomik çıkmaza sürüklenmeye ve çarpıklıklara yol açacaktır.

 

Harcamalar kadar bütçe fazlaları da azaltılmalıdır -çünkü her ikisi de özel sektörden kaynak çekmektedir. Toplam devlet harcamaları veya toplam devlet gelirleri, hangisi daha yüksekse, net milli hasıladan düşülmelidir. Bu, mali işlerin ekonomi üzerindeki yaklaşık etkisini gösterecektir (daha kesin bir tahmin, toplam tahribatı gayri safi özel hasıla ile karşılaştıracaktır).

 

Liberteryenler için bütçe fazlalarına verilecek tepkinin vergileri azaltmak yönünde olması sağduyulu bir yaklaşım olacaktır. Hükümetin açgözlülüğü norm olsa da “liberteryen” bir yönetimin bütçe fazlasını vergileri düşürmek için bir neden olarak görmesi beklenir. Buna karşın Milei vergileri kesmemiş, parayı geldiği yere iade etmemiş ya da arzı azaltmak için parayı yakmamışken, liberteryenler neden onun bütçe fazlalarını kutlasınlar ki?⁸² Ekonomiyi desteklemek için üretken sektörden kamu sektörüne daha az kaynak aktarılmalıdır. Bütçe fazlaları borçları azaltmak için kullanılırsa, borçlar vergi mükelleflerine de yüklendiği için yaraya bir de tuz basılmış olur. Vergileri ne zaman keseceği sorusuna Milei, ekonomiyi istikrara kavuşturduklarında ve ayrılacak kaynak olduğunda, harcamaları arttırmak yerine vergileri keseceği yanıtını vermişti.⁸³ Ancak burada esas soru şu olmalıdır: Ne kadar kaynağa ihtiyacı olacak?

 

Neden gelirleri maksimize etmek hükümetin hedefi olsun ki? Bunlar, merkez bankası ve Hazine’nin bilançolarını temizlemek de dâhil olmak üzere, üretken sektörden hükümet faaliyetlerine aktarılan kaynaklardır. Bunun yerine, liberteryenler vergi oranlarını düşürerek devlet gelirlerini en aza indirmekle ilgilenirler,⁸⁴ ancak Milei’nin yaptığı bu değildir. Bütçe fazlaları aslında zaten para arzının bir parçasıdır ve para birimi ortadan kalkmadıkça ya da kısmi rezervli bir sistemde para olarak kullanılan güvene dayalı itibari/kaydi mübadele araçları ortadan kalkmadıkça para arzından hiçbir para eksilmez.⁸⁵ Milei’nin bütçe fazlaları hâlâ kamu harcaması içermeyen planlar için kullanılıyor ve enflasyona karşı verdiği mücadele, istenmeyen bir para birimi için verilen mücadeleyi finanse etmek zorunda kalan üretken insanlara gerçekten zarar veriyor.

 

Rothbard’ın da belirttiği gibi, hükümet açıklarının hüküm sürdüğü çağımızda muhafazakârlar -ve öyle görünüyor ki Milei de⁸⁶- bütçe dengelemesini vergi indirimine tercih etmekte ve “hükümet harcamalarında eşdeğer ya da daha büyük bir kesintinin hemen ve kesinlikle eşlik etmediği her türlü vergi indirimine karşı çıkmaktadır.”⁸⁷ Kuşkusuz, vergilerin azaltılması daha fazla borçlanmayı gerektirecek şekilde bütçe açığının artmasına neden olabilir. Vergilendirme gayrimeşru bir saldırı eylemi olduğundan, vergilerin azaltılmasına yönelik her türlü muhalefet kabul edilmez olup liberteryen hedefin altını oyar ve onunla çelişir. Dolayısıyla Rothbard, harcamalara karşı çıkma ve ciddi kesintiler talep etme zamanının, bütçe görüşülürken ya da oylanırken olduğu sonucuna varmıştır.

 

Daha az vergilendirme ve daha az harcama yoluyla bütçenin dengelenmesi iyi olabilirken Milei, bütçeyi, harcamalarda daha fazla kesinti yerine daha fazla vergilendirme ile dengelemektedir. Bu nedenle, enflasyonu yavaşlatma ve bütçeyi dengeleme politikası nispeten daha fazla devlet görevlisini ve sosyal yardım alıcısını kayırıyor, yani eylemleri aslında ekonomiye zarar veriyor, çünkü artan vergilendirme bir kez daha üretken kesimin sırtına biniyor. Ayrıca, yasal ödeme aracı kanunları sayesinde dolar-peso kambiyo kontrolünü sürdüren Milei’nin eylemleri aynı üretken insanlar için daha da zararlı bir hâl alıyor. Durgun üretkenlik karşısında insanlar bu durumla başa çıkmak için tasarruflarına başvurmak zorunda kalıyor ki bu da yatırımları frenliyor.

 

Arjantin pesosunun en büyük kurbanlarını mağdur ederek hiperenflasyondan kaçmak için enflasyonu ve enflasyonist beklentileri düşürmek liberteryen odaklı bir politika olmadığı gibi, üretken insanların doları seçtikleri gibi pesoyu da özgürce seçebilmeleri için yeterli değildir. Paranın kalitesiyle ilgili başka faktörler de vardır.⁸⁸ Arjantin’in parasal geçmişi nedeniyle, üretken insanlar hükümete güvenmiyor ve bu da peso açısından verimli bir ekonomik gelecek öngörmeyi zorlaştırıyor. Para birimlerinin onlarca yıllık geçmişi nedeniyle çok acı çektiler. Neden pesonun ölmesine izin vermiyorlar? Ancak Milei pesoyu istikrara kavuşturmayı başarsa ve parasal enflasyona son vermek için merkez bankasını lağvetse bile, bu duruma gelmek için en çok acı çeken insanların zararına pesoyu kurtarmış olacaktır.

 

Milei ve Ulusal Borç

Liberteryenlerin de bilmesi gerektiği üzere, tek meşru borçlar gruplar veya bireyler arasındadır ve mülkiyet haklarını içerir. Hiçbir vergi mükellefi şahsen ya da gönüllü olarak kamu borcuna tâbi olamaz. Halkın gerçek gelirini tehlikeye atanlar politikacılardır. Ancak hükümete borç verenler de yolsuzluğa bulaşmış suçlulardır. Özel ve kamu bankerleri, üretken mübadelenin sonucu olmayan para yaratma konusunda yasal bir ayrıcalığa sahiptir ve bu sahte paradan zengin olabilmektelerdir. Bu para basıcılar masrafları vergi mükelleflerinin ödediğini bildikleri için, kamu borcu ahlâki açıdan özel borçla bir tutulamaz. Kişi A’nın bir projeyi finanse etmesi gerektiğini ve bu amaçla Kişi B’den borç para aldığını düşünün. Bu arada Kişi B, Kişi A’nın parayı ancak başkalarından çalarak faiziyle geri ödeyebileceğini bilmektedir. Bu durumda Kişi B basit bir borç veren değil, aynı zamanda bir suçun ortağıdır. Kişi B, borcun ödenmesinin üzerinde bir de faiz alarak bu suçtan fayda sağlamaktadır. Şimdi, eğer Kişi A, Kişi B’ye üretken mübadele olmaksızın münhasıran para üretme kabiliyeti tanımışsa, bugünkü durumla karşı karşıyayız demektir.

 

Doğru yönde ilerlemek isteyen bir yönetim kamu borcunu reddetmelidir. Bunu başarırsa, kimse bu hükümete borç vermez ve hükümet halkı memnun tutmak için vergilendirme ve harcamaları yeniden ayarlamak zorunda kalır. Bu hükümet, vergi mükelleflerine ve gelecek nesillere daha fazla borç ödetmemeyi taahhüt etmiş olacak ve vergi mükellefleri de sonraki hükümetlerden aynı şeyi yapmalarını talep etmeyi taahhüt etmiş olacaklardır. Gerçeğe uyanan halk, kendi hükümetlerine karşı çıkan bir uluslararası düzenin sonuçlarıyla yüzleşerek, azalan iç yükümlülüklerini borçlanmaksızın finanse etmeye hazır olacaktır. Bunun sonuçları arasında belki uluslararası ticaret engelleri de yer alacaktır, ancak ticaretin ekonomik teşvikleri ortadan kalkmayacağı için gidişat kısa sürede düzelebilecektir. Bu stratejinin kısa vadede az ya da çok uygun olup olmayacağı borcun büyüklüğüne ve ülke ekonomisine bağlı olacaktır. Ancak bu gayriadil borçlar geri ödenmeye başladığında, insanlar yöneticilerinin ve küresel finans sisteminin entrikalarına karşı isyan ettiklerinde, dünya yöneticilerinin iktidarlarını kaybetmekten korktuklarını göreceğiz. Devletçi standarda boyun eğmek de ancak daha liberteryen bir gelecekten vazgeçmek anlamına gelebilir.

 

Milei, Rothbard’ın takdir edebileceği eylem olan ulusal borcu reddetme eylemi yerine IMF ile anlaşmaya varmış ve böylece seleflerinin devletçi reçetesini takip etmiştir.⁸⁹ Planlarını gerçekleştirmek için IMF’den aldığı ödemeler, üretken insanların ve gelecek nesillerin sırtına haksız bir yük bindirmektedir. Milei, IMF’ye güvenerek, Arjantin’de ve yurtdışında kalpazanlık işinden kâr eden mevcut ve gelecekteki siyasi kastı da kayırmış olmaktadır. IMF ile yapılan her anlaşma, özellikle de ana tedarikçisi olan ABD ile belirli koşullara bağlıdır. Arjantin, anlaşma olmadan var olamayacak kurallara uymak zorundadır ancak bu durum Milei’yi mazur gösteremez çünkü kendisi başkan olmadan çok önce de ABD hükümetinin çıkarları doğrultusunda hareket etmekteydi.

 

Milei’nin planları ancak uzun bir süre içinde sonuç verebilir, fakat onun yönetimi de ilelebet sürmeyecektir. Süreler dolduğunda IMF’nin koşulları yeniden geçerli olacak ve gelecekteki yönetimler de Milei tarafından yapılan önemli iyileştirmeleri geri alabilecektir. Demokrasinin bu salıncak hâli, radikal siyasi desentralizasyonu ve sesesyonu teşvik etmek için tek başına yeterlidir, ancak Milei bunu yapmamıştır.

 

Milei ve Onun Söylemsel Sorunları

“Liberteryen” Başkan’a göre ortada “iğrenç” olan vergiler, ortadan kalkması gereken vergiler ve vilayetlere bağlı olup vergi reformu gerektiren vergiler vardır.⁹⁰ (Anlaşılan o ki ortadan kalkması gerekmeyen vergiler de varmış. Neden vilayetlerin kendi vergi koşullarıyla rekabet etmesine izin verecek radikal bir siyasi desentralizasyona gidilmiyor ki?) Milei, vergilerin arttığını ancak enflasyonu düşürerek özel sektöre daha fazla geri dönüş sağladıklarını söylemiştir. (Bu aldatmacanın doğasını zaten biliyoruz.) Milei’nin fikri, kamu harcamalarını dondurmaktır, böylece ekonomi toparlanmaya ve büyümeye başladığında, gayrisafi yurtiçi hasıla açısından harcama büyüklüğü de düşecektir. (Neden harcamaları daha da kısmayalım ki? Ekonominin büyümesi için makul bir harcama yüzdesi var gibi görünüyor.) Ardından, sayısız vergi sistemi, “ödenebilir” ve “anlaşılabilir” yaklaşık dört verginin olacağı ve devlet bütçesinin GSYİH’sinin %25’i olacağı basitleştirilmiş bir sisteme dönüştürülecektir. (Başka bir vergi kolaylığı daha mı? Neden %20 ya da %30 değil? Tabii tabii, %25 iyidir! Görünüşe göre anlaşılabilir ve anlaşılamaz vergiler de varmış. Sadece anlaşılabilir olanlardan alalım!)⁹¹

 

Milei’nin -liberteryen hedefin aleyhine işleyen politika önerileri bir yana- defalarca sergilediği gibi,⁹² bir liberteryenin söyleminde çelişkiler olmamalıdır.⁹³ Bir liberteryen belli bir anda belli bir fikri savunmak istemese bile, “nihai hedefe ancak halkın kafasını karıştıran, ilkelerle çelişen ve onları ihlal eden retorik süslemelerle de zarar verilebileceğinin farkında olmalıdır.”

 

Sonuç

Değişiklikler, kamuoyu zorladığı zaman hükümetten gelebilir. İster anarşi ister daha az zorba bir hükümet için olsun, kamuoyu ve baskı elzemdir. Liberteryenler siyasete girebilirler, ancak liberteryen kriterlerinden de vazgeçmemeleri gerekir. Milei’nin başlıca başarısı, özellikle Arjantin’de Overton penceresini liberteryenizme doğru kaydırmak olmuştur.⁹⁴ Dünyanın dört bir yanındaki pek çok liberteryen bu anı yakalamaya çalışmaktadır, ancak bunu yapma girişimi, Milei’yi nüanslar olmadan veya sık sık yaptığı hataları kamuoyu önünde düzeltmeden desteklemek anlamına geliyorsa eleştirilmelidir. Milei liberteryen fikirlerin kazanabileceğini göstermiştir ve birçok insanın onun sayesinde liberteryenizme ve Avusturya İktisat Ekolü’ne yöneldiğini kabul etmeliyiz. Ancak, gördüğümüz gibi, bu popülerleşme ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir.

 

Nihai bir ekonomik dönüşümün liberteryen bir dönüşümle eşanlamlı olmadığını belirtmeliyiz. Büyük bir deregülasyon büyük bir ekonomik gelişmeye olanak sağlayabilir. Üretken çıktı üzerinde regülasyonlar da en az vergiler kadar yıkıcı olabilir. Bu nedenle, daha az regülasyonla vergilendirme politikası, daha fazla regülasyonla aynı politikadan daha yüksek bir parasal getiri sağladığından, herhangi bir devlet uluslararası sahnede başarılı olmak için daha sade vergilendirilmiş ve deregüle edilmiş bir ekonomi yönünde hareket etmeyi uygun bulabilir. Deregülasyon, Milei’nin başkanlığının alametifarikası olacak gibi görünüyor. İş gücü reformu da devlet karşısında resmîleşmeyi kolaylaştırıp daha fazla insanın yasal piyasaya girmesini sağlayarak daha fazla vergi toplanmasına yardımcı olabilir. Kuşkusuz, regülasyonların vergiler üzerindeki ters etkisinin azaltılması da daha yüksek bütçe fazlası elde edilmesine yardımcı olabilir.

 

Elbette “borç verenlerden” gelecek para, serbestleştirilmiş bir ekonomi ve bazı önemli reformlar Milei’nin planlarına yardımcı olacaktır. Politikanın ters etkilerinin üstesinden gelmek ve krizden çıkmak mümkündür. Milei’nin harcamaları kısması kamuoyundaki imajına fayda sağlayacaktır, fakat gerçekten liberteryen bir başkan pesoyu kurtarmaya çalışmak yerine ekonominin kendi kendine toparlanmasına da izin verirdi. Milei’ye göre, “Arjantin’de ilk kez dürüstler günahkârların diyetini ödememektedir.”⁹⁵ Ancak bir Yidiş atasözünün dediği gibi, “kısmen doğru olan şey bütünüyle yalandır.” Milei halkı radikal bir şekilde güçlendirmek yerine, aslan payının hesabını üretken insanlara ödetmektedir.

 

Bir krizden çıkmak için liberteryen bir başkan gerekmez ve hiçbir liberteryen de devletçiliği, savaş çığırtkanlığını, kalpazanlığı, soykırımcı elitlere hizmet etmeyi içeren eylemlerde bulunduğu için “liberteryen” bir başkanı kutlamamalı ve övmemelidir. Ve gerçekten de Milei, Amerikan-Siyonist uluslararası savaş yanlısı devletçilik kurumunun bir üyesidir.

 

Rothbard, Milei’nin televizyonda yükselen bir figür olduğu ilk zamanlarda onu coşkuyla desteklerdi. Milei’nin siyasete girmesini de desteklerdi ama canı gönülden değil. Tekrarlanan hataları ve silinmez gibi görünen rahatsız edici kusurları fark etmeye başlardı. Zaman içinde Rothbard’ın Milei’ye yönelik sert eleştirileri olabilirdi. Yine de Milei’nin popülizmini, Avusturyacı iktisat anlayışını ve liberteryenizmi popülerleştirmesini, siyasi kastlara karşı öfkesini, muhaliflerinin sızlanmalarına verdiği doğru yanıtları ve doğru yönde ilerleyen her türlü reformu takdir ederdi.

 

Rothbard’ın popülizmi Milei’nin başarısını önceden haber veriyordu.⁹⁶ Ancak benzerliklerin ötesinde, seçim bildirgesi Rothbard’ın sağ kanat popülizmi ve paleo-liberteryenizmi ile “pek uyumlu” değildi.⁹⁷ Buchanan İsrail lobisi tarafından baştan çıkarılmadı ve Siyonistler tarafından acımasızca saldırıya uğradı, ancak Milei ise İsrail’i savunuyor ve Siyonistler onu kutluyor. Rothbard’ın Buchanan’a verdiği destek yıllar boyunca az çok istikrarlı bir seyir izlemiştir; bu desteğin belkemiğini liberal ve Neocon refah devletine ve savaş kışkırtıcısı devletçiliğe karşı mücadele oluşturmaktadır. Ancak Milei, Rothbard’ın çok mücadele ettiği o şeytani gruba aittir. Rothbard, Milei’yi dünyanın en büyük barış düşmanlarına hizmet ettiği için kınardı. Ve Bush’u desteklediği gibi Arjantin’de Milei’yi başkanlık için desteklemiş olsaydı bile, Rothbard Milei’den Buchanan’da olduğundan çok daha önce ve çok daha derin bir şekilde soğurdu.

 

Geleceğin belirsizliğine rağmen bugün itibariyle, Rothbard’ın bariz trendler ve karakteristikler doğrultusunda büyük bir olasılıkla Milei’nin mirasını -iyimser olmak gerekirse- Reagan ve Thatcher’a göre mütevazı bir gelişme olarak değerlendirmesi ve öngörmesi beklenebilir. Zaten Milei de Reagan ve Thatcher’a (ve Churchill’e⁹⁸) hayranlık duymaktadır ve Milei’nin dış politikası ve deregülasyonu, Reagan ve daha az oranda da olsa Thatcher tarafından sağlanan iç deregülasyon ve artan dış saldırganlık politikasının oldukça karakteristik bir örneğini andırmaktadır.⁹⁹ Milei’nin bu iki etkili liderin “başarılarını” geçip geçemeyeceğini göreceğiz. Her hâlükârda, bir “Rothbardyen”,¹⁰⁰ savaş suçlularıyla özdeşleşmemesi gerektiğini daha iyi bilmeliydi.¹⁰¹ Zira bu kişilerin uluslararası müesses nizamın muhafazakârları (Neocon’lar) tarafından kutlanmasının bir nedeni var: Amerikan emperyalizminin hegemonyasını desteklemek için anti-komünist ya da anti-sosyalist söylemlerden faydalanıyorlar. Milei de aynı rolü oynamakta ve hatta liberteryen dava için çok önemli bir tarihsel revizyonizmi teşvik etmekte başarısız olmaktadır.¹⁰²

 

Milei bir ekonomist olarak ana akımın çok üzerinde yer almaktadır. Adam Smith’i iktisadın Gauss’u olarak görmesine ve bunca yıldır onu yüceltmesine rağmen¹⁰³ -ki bu Rothbard’ın asla kabul etmeyeceği¹⁰⁴ bir şeydir- Rothbard’ın kendisi de aralarında olmak üzere Avusturyalı iktisatçılarla pek çok fikri paylaşmaktadır. Genel olarak konuşmak gerekirse, Milei “liberteryen” bir başkan olarak başarısızdır ancak çoğu başkandan daha iyidir. Ancak Milei’yi “tam anlamıyla liberteryen” olarak nitelendirmek¹⁰⁵ ve başkan seçilmesinin “özgürlük adına ancak Berlin Duvarı’nın ve komünizmin yıkılmasıyla kıyaslanabilecek tarihi bir gün” ya da “Arjantin’de ve ötesinde özgürlüğün yeniden doğuşu” anlamına geldiğini söylemek¹⁰⁶ fazla ileri gitmek olur.

 

Sonuç olarak, Rothbard serbest piyasa retoriğine rağmen Reagan’ı gömdüyse¹⁰⁷ ve Thatcher için de benzer bir şey yaptıysa,¹⁰⁸ Milei’nin devlet karşıtı retoriği karşısında da neden gardını düşürsün ki? Bay Liberteryen’in gerçeğin yankılanan çanlarına kulaklarını tıkamış olması tamamen olasılık dışıdır. Çünkü burada ifşa edilen gerçekler Javier Milei’yi gerçek bir liberteryen hareketten tasfiye etmek için yeterlidir; ne de olsa kendisi gerçekte Neocon’ların bir üyesi, bir rejim “liberteryeni”, göstermelik bir liberteryen ve bir sahtekârdır.¹⁰⁹

 

Dipnotlar:

1. Bakınız, Juan Ramón Rallo’nun “Javier Milei Kimdir?” başlıklı biyografik çalışması:

2. Bakınız, şu gönderileri:

3. Bakınız, şu video kesiti:

4. Bakınız, “Devletten Nefret Ediyor musunuz?” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

6. Bakınız, şu videoları:

7. Bakınız, şu videoları:

8. Bakınız, şu gönderisi:

9. Bakınız, şu video kesiti:

10. Bakınız, şu video kesiti:

11. Bakınız, şu video kesiti:

12. Bakınız, şu videoları:

14. Bakınız, şu video kesiti:

15. Bakınız, şu video kesiti:

16. Bakınız, şu video kesiti:

17. Bakınız, şu videoları:

18. Bakınız, şu gönderisi:

19. Bakınız, “What I Learned From Paleoism” başlıklı Lew Rockwell makalesi.

20. Bakınız, “Right-Wing Populism” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

21. Bakınız, şu videoları:

22. Bakınız, şu videoları:

23. Bakınız, şu video kesiti:

24. Bakınız şu videoları:

25. Bakınız, şu video kesiti:

26. Bakınız, şu videoları:

27. Bakınız, şu video kesiti:

28. Bakınız, şu video kesiti:

30. Bakınız, şu gönderisi:

31. Bakınız, şu video kesiti:

32. Bakınız, “The Deep State’s Absorption of Donald Trump” başlıklı Jacob G. Hornberger makalesi.

33. Bakınız, “Trump’s Record on Foreign Policy: Lost Wars, New Conflicts, and Broken Promises” başlıklı Medea Benjamin ve Nicolas J. S. Davies makalesi.

34. Bakınız, “The Myth of the MAGA Economy” başlıklı David Stockman makalesi.

35. Bakınız, şu gönderisi:

36. Bakınız, şu video kesiti:

37. Bakınız, “The Israeli State’s Assault on Gaza Must Stop” başlıklı Jeremy R. Hammond ve Scott Horton makalesi. Ayrıca bakınız, “Israel’s ‘Hamas Made Me Do It’ Claim Doesn’t Excuse Tel Aviv’s Barbarism” başlıklı Ilana Mercer makalesi.

38. Bakınız, “Alienation of a Home-land: How Palestine Became Israel” başlıklı Stephen P. Halbrook makalesi.

39. Bakınız, “The Massacre” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

40. Bakınız, şu gönderisi:

41. Bakınız, “Why Genocide?: Every Law of War Has Been Violated in Gaza” başlıklı Ilana Mercer makalesi.

42. Bakınız, “The US Government Is Complicit in Genocide” başlıklı William Astore makalesi.

43. Bakınız, “Orta Doğu’da Savaş Suçu” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

Ayrıca bakınız, şu video kesitleri:

45. Bakınız, şu video kesiti:

46. Bakınız, şu video kesiti:

47. Bakınız, şu video kesiti:

48. Bakınız, “Murray Rothbard on War and ‘Isolationism’” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

49. Bakınız, şu gönderisi:

50. Bakınız, şu video kesiti:

51. Bakınız, şu video kesiti:

52. Bakınız, söz konusu hamlelere dair haber yazıları:

54. Bakınız, şu video kesiti:

55. Bakınız, şu video kesitleri:

56. Bakınız, şu haber yazısı ve videosu:

57. Bakınız, şu video kesiti:

58. Bakınız, şu video kesiti:

59. Bakınız, şu video kesiti:

60. Bakınız, şu video kesiti:

61. Bakınız, şu video kesiti:

62. Bakınız, şu haber yazısı:

63. Bakınız, “Arjantin’in Bir Sonraki Başkanı Rothbardyen mi Olacak?” başlıklı Manuel García Gojon makalesi.

65. Bakınız, “How and How Not to Desocialize” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

66. Bakınız, “How Not to Desocialize: Argentina Edition” başlıklı Benjamin Seevers makalesi.

69. Bakınız, “The Argentinian Zombie Currency” başlıklı Octavio Bermúdez makalesi.

70. Bakınız, şu video kesiti:

71. Bakınız, şu video kesiti:

72. Bakınız, “Dollarization Puts Foreign Economies at the Mercy of the US Regime” başlıklı Ryan McMaken makalesi.

73. Bakınız, “Dollarization in Argentina Will Not Promote Freedom” başlıklı Simon Wilson makalesi.

74. Bakınız, “Will Dollarization Work in Argentina?” başlıklı Kristoffer Mousten Hansen makalesi.

75. Bakınız, şu gönderisi:

76. Bakınız, “The Case for a 100 Percent Gold Dollar” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

77. Bakınız, “Why Argentina Needs a 100%-Reserves Banking System” başlıklı Philipp Bagus makalesi.

78. Bakınız, “On 100-Percent Reserves, Milei, and Argentina” başlıklı Philipp Bagus makalesi.

79. Bakınız, şu video kesitleri:

82. Bakınız, The Mystery of Banking.

83. Bakınız, şu video kesiti:

84. Bakınız, “On Büyük Ekonomik Safsata” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

85. Bakınız, “How Money Disappears in a Fractional-Reserve Money System” başlıklı Frank Shostak makalesi.

86. Bakınız, şu video kesiti:

88. Bakınız, “The Quality of Money” başlıklı Philipp Bagus makalesi.

89. Bakınız, “Repudiating the National Debt” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

90. Bakınız, şu video kesiti:

91. Bakınız, “Flat Tax....or Flat Taxpayer?” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

92. Bakınız, şu video kesiti:

94. Bakınız, “Javier Milei vs. the Status Quo” başlıklı Octavio Bermúdez makalesi.

95. Bakınız, şu video kesiti:

96. Bakınız, “Rothbard, Milei and the New Right in Argentina” başlıklı Fernando Fiori Chiocca makalesi.

97. Bakınız, “Javier’s Milei’s Populist Strategy in Argentina Is Working” başlıklı Philipp Bagus makalesi.

98. Bakınız, “The Real Churchill” başlıklı Adam Young makalesi.

99. Bakınız, şu video kesiti:

100. Bakınız, “Arjantin’in Bir Sonraki Başkanı Rothbardyen mi Olacak?” başlıklı Manuel García Gojon makalesi.

101. Bakınız, şu video kesiti:

102. Bakınız, “Revizyonizm ve Liberteryenizm” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

103. Bakınız, şu gönderileri:

104. Bakınız, “The Celebrated Adam Smith” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

105. Bakınız, “The Economics of Javier Milei” başlıklı David Howden makalesi.

106. Bakınız, “A Statement on Javier Milei from Spanish Libertarians” başlıklı Jesús Huerta de Soto ve Philipp Bagus makalesi. Ayrıca bakınız, “The Rebirth of Liberty in Argentina and Beyond” adında [kıytırık] bir Cato konferansı.

107. Bakınız, “The Myths of Reaganomics” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

108. Bakınız, “Mrs. Thatcher’s Poll Tax” başlıklı Murray N. Rothbard makalesi.

109. Bu makalenin hazırlanmasında bana yardımcı olan Hans-Hermann Hoppe, Octavio Bermúdez, Thomas DiLorenzo, Stephan Kinsella, Daniel Morena Vitón ve Fernando Chiocca’ya şükranlarımı sunarım.


 

Yazar: Oscar Grau
Oscar Grau, aile şirketinde çalışan bir müzisyen ve piyano öğretmenidir. Kendisi liberteryen fikirlerin ve ekonomi biliminin popülerleştiricilerindendir ve Hans-Hermann Hoppe’nın resmî web sitesinin İspanyolca bölümünün ve Menos Estado’nun editörüdür. Ayrıca Mises Enstitüsü, LewRockwell.com ve diğer yayın organları için yazarlık yapmaktadır. X hesabı @ograu90’dır.
 
Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın & Hasan Tahsin Başaran
 
Bu yazı, Mises.org’da yayınlanan “A Rothbardian Dissection of Javier Milei – Part I” ve “A Rothbardian Dissection of Javier Milei – Part II” başlıklı makalelerin birleştirilmiş tercümesidir.

Comentarios


Yazı: Blog2 Post
bottom of page