22/01/2018 - Serkan Kiremit
“Altına duyulan arzu altın için değildir. Bu arzu özgürlük ve fayda amaçlıdır...”
Ralph Waldo Emerson
İnsan eylemlerinin zamanlarüstü genel tavrı takastır. “Para nedir?” sorusunun cevabı her daim olarak Praksiyoloji (Genel İnsan Eylemleri Bilimi) içinde manasını bulur. Para müşterek kullanılan ve her daim her toplumda genel kabul görmüş mübadele aracıdır.
Para yansız, etkisiz ve dolaysız değildir. Para miktarındaki değişimler makro olarak toplumu totalde etkilemez. Piyasadaki paraya toplam talep, ticaret hacmi, paranın dolaşım hızı veya toplam miktar gibi kavramlar saçmadır. Bu açıdan M×V=P×T gibi Marshall-Keynes tipi para formülleri saçma ve geçersizdir. Çünkü para miktarına bireyler tek tek olarak farklı eylemlerle karşılık verirler.
Bu açıdan para teorisi, matematiksel ve masa başı deneyci iktisatçıların umduğu gibi toplam bütüncül miktarlar ile formüle edilemez.Çünkü her mal ve hizmet kendisine ait marjinal değere sahiptir. Ve aynı zamanda her birey için her farklı mala olan talebin ayrı bir grafiği vardır. Ekmek, inci ve tabut gibi malların para miktarındaki artış oranına göre satın alınma gücü daima farklıdır ve malların nesnel kullanım değerine göre değil, tek tek bireylerin taleplerine göre şekil alır.
Ekonomik insan olan Homo Economicus, bütüncül fikirlere sadık Kara Tahta İktisadı’na inanan makro iktisatçıların hayal dünyasındaki otomatik canlı veya emirle iş gören robotik bir varlık olan insan ve onun oluşturduğu toplumun bireyidir. Oysaki insan, praksiyoloji biliminin sonucunda Homo Agent türdür. Homo Agent, amaçlarına ulaşmak için nasıl hareket etmesini tercih eden insan türüdür ve buna bağlı olarak insan toplumu, oluşturduğu özel mülkiyet altında işbölümüne dayalı katalaktik toplumdur. Katalaktik toplum tamamen kendisini mübadeleler üzerine göre düzenler. Barışçıl mübadelelerin tümü karşılıklı yardımlaşmalardır. Hediye, hibe ve kâr üzerine kuruludur. Alıcı ve satıcı (verici) arasında karşılıklı iletişim illa maddi şeyler üzerine kurulu değildir. Dertleşmek, dostluk, sevişmek, ibadet etmek, âşık olmak, öpüşmek, sohbet etmek ve oyunlar oynamak da tamamen mübadele bilimine dayalıdır.
Paranın doğal kıtlık teorisini anlamak için şunu bilmek gerekir: Paranın fazla olması insan iletişimi olan mübadelenin artışını sağlayamaz. Mübadeleyi arttıran şey kesinlikle mal ve hizmetlerin artışına karşın paranın doğal kıtlığına bağlıdır. Çünkü iktisadî olarak para artışını sulandırmak, mübadele edilecek şeylerin değerini düşürüp fiyatını artırarak mal ve hizmetlere ulaşmamızı zorlaştırır.
Ekonomi biliminin bilimsel bilgisine düşman olanlar ikiye ayrılır. Birinci tip, doğa bilimlerinin deneysel başarısıyla oluşmuş teknolojik yeniliklerin getirdiği harikulade ilerleme ile oluşmuş zenginlik çağına inananlardır. İkinci tip ise evrensel iktisat bilgisine inat yaratılmış paranın mucizevî gücüyle; düşük tutulan faiz, bol dağıtılan kredi, sürekli arttırılan fiyat ve malların şişirilmiş baskısıyla oluşturulan kârlar dünyasında bir hızla refaha koşanlardır.
İnsanlığın gelişme evrimi otomatik değildir. Afrika çöllerinden mağaralara sığınmamıza, avcı-toplayıcı iken toprağa bağlanmamıza, feodal çağlardan sanayi çağına ve oradan uzay çağına sıçrayışımız asla kısa bir sürede oluşmamıştır. Bu iş uzun dönem meselesidir.
Zenginlik ve refah asla insana içkin değildir. Bu Marx’ın ortaya attığı “Maddi üretken güçler” ya da Hayek’in savunduğu “Kendiliğinden doğan düzen” ile oluşmamıştır. Bu iyimser gelişme, uzun dönemde üç ileri tipin evrensel iktisat ilkeleriyle farkında olarak birleşmesiyle oluşmuştur. Bunların ilki, tasarruf yapanlar; ikincisi tasarrufları sermaye mallarına yatıranlar; üçüncüsü ise sermaye mallarının kullanımını tahsis edecek yeni ve verimli yollar bulanlardır.
Görüldüğü gibi bu üç ileri tipin ortaya çıkması için yaratılmış para, bol kredi, malların fiyat artışı ya da havadan yağmur gibi yağan teknolojik ilerleme gerekmez. Toplumsal ve yasal engellerin ortadan kalkması yeterlidir. Yeter ki toplum ve devlet; tasarruf yapanları, girişimcileri ve tüketicilerin önlerini kapamasın. Onlar doğal mülkiyet haklarının suç ve cezalarını bilerek hareket ettikleri sürece iktisadın evrensel yasaları insanlığı uzun dönemde ama en verimli ve etik bir biçimde özgürlüğe, refaha ve mutluluğa çağıracaktır.
Tarihin iktisadî doktrini basit duygusal bir ilkeden doğmuştur. Enflasyon fazlalıktır, artıştır ve genişlemedir. Deflasyon ise bozulma, gerileme ve daralmadır. Hiçbir aydın bu saf, basit, temel, duygusal akıl yürütmeyi iktisadın evrensel kanunları ile karşılaştırmayı düşünmemiştir bile... Yazık ki buna tenezzül etmemiştir. Aksiyomatik tümdengelim metodunu bu ilkeye uyarlamamışlardır bile; sadece görünen yüzle idare etmişlerdir. His ve sezgi ne derse o doğrudur. Düşünmeye gerek yok.
“Para arzı artışının maddi gelişim üzerinde bir etkisi olmayabilir ama teknolojik gelişmeler olmasaydı asla bilgisayar, araba ve cep telefonu sektöründe maliyetler azalmaz, böylece sıradan insan buna ulaşamaz” diyorsunuz değil mi?
Size iki cevap vereceğim: Birincisi, insan ateşi, yazıyı ya da tekerleği parayı bulmadan önce keşfetmiştir. Yani bu şu demektir: Teknolojik gelişmelerinin para arzı ile alâkası manasızdır. İkincisi de, insan teknolojik açıdan bulduğu her şeyi kullanmamaktadır. Neden mi? Çünkü, tüketiciler keyfe keder şeylere kendilerini meyletmektedirler. Çağrı cihazları, daktilo ve zeplin büyük teknolojik yeniliklerdir. Ancak tüketiciler onlara nedeni belirsiz bir şekilde sırt dönmüşlerdir. Kısaca iktisadî gelişmenin, yani maddi refahın başlangıç noktası ne para arzındaki artış ne de havadan yağmur gibi yağan teknolojilerdir. İşin özü tasarruf, sermaye, girişimciler ve en sonunda da sermayenin marjinal verimliliği yasasıdır.
İktisadın evrensel ilkeleri üzerine kafa yormayanlar için iktisat zor, karanlık ve kapalı bir bilimdir. İktisat asla doğa bilimlerindeki gibi deneysel, gözlemsel ve istatistikî bilgiyle anlaşılacak bir şey değildir. İktisat, insanın hür tercihlerini mantıksal çıkarımlarla desteklemenin bilimidir. Burada önemli olan şey, gönüllü oluşturulan şeylerin insan doğasına içkin olmasıdır.
Doğal olan şeyler sadece doğanın bizlere sınırlı sayıda sunduğu şeylerdir. Kısacası, doğal olan şeyler “kıttır”, çünkü çoğaltılması ya çok uzun zaman alır ya da imkânsıza yakındır: Mesela kömür, elmas, petrol ve gümüş gibi... Yapay olan şeyler hayatı idame ettiren şeyleri çoğaltma ve bollaştırma meselesidir. İnsan ırkının bütün üyeleri bakımından ortak kaygı ve refah üretken, değerli ve faydalı şeyleri ihtiyaçları neticesinde karşılama ve doğayı dönüştürme meselesidir.
Bütün mal ve hizmetleri sınırsız şekilde çoğaltmak insanın sonsuz arzularını tatmin etmek için gereklidir. Cep telefonunu çoğaltmak iyidir, herkesin cep telefonu alması için fiyatının düşmesi gerekir. Fiyatın düşmesi için telefon metasının arzının çok, maliyetlerin düşük olması gerekir. Bunu bütün mal ve hizmetler için uygulayabilirsiniz. Bu, hayatın refah kuralıdır. Bu, iktisadın evrensel yasasıdır. Bu yüzden yeşillerin, ilkelcilerin ve çevrecilerin aksine yapay olana yönelmeliyiz. Doğal olan şeyler ne yazık ki dünyada kıttır ve yapay olarak onları yaratmalıyız, keşfetmeliyiz ve suni olana yönelmeliyiz. Herkesin karnını doyurmak, ısıtmak ve başını sokacak güvenli bir yuva bulmak için bu şarttır.
Genelde ilkelci, çevreci ve yeşiller bilinenin aksine bütün mal ve hizmetlerin doğalını, yani kıtlığını ama bir tek “paranın” sonsuz olmasını ister. Nüfus artışı insanlığın kaderi değildir ama özgürlüğüdür. Bu tercih, insanların evrimsel bir sürecinden bize miras kalmıştır. Mirası reddedebileceğimiz gibi, ona sahip de çıkabiliriz. Nüfus artışı demek boğaz artışı, güvenebilecek yuva ve geleceğe umutla bakmanın azgın artışı demektir. Bunu karşılamanın yegâne yolu sermayenin marjinal verimliliğini arttırmaktır. Ama nasıl? Doğaya sürekli müdahale ederek yani Yapay’a (teknolojiye) olan ihtiyacımızı sürekli kılmak ve onu elde etmenin maliyetini azaltmak... Doğayı, kıtlığı ve açlığı yenmenin yegâne yolu suniyi keşfetmek, yaratmak ve çoğaltmaktır. Öyle ki yapay olan şeylere ihtiyacımız sürekli olurken bolluğuna ise muhtacız. Bu kadar, bu böyle!
Oysaki %100 Altın Standardı, bunun tam tersi bir mantık... Mal ve hizmetler için ne kadar yapay bolluğa ihtiyaç varsa para için de o kadar kıt ve doğaya ihtiyacımız var. İşte bütün mesele bu!
Paranın sürekli bollaşması mal ve hizmetlerin artışına değil, ona ulaşmamızı sağlayan maliyet değerinin artışına sebep oluyor. Örneğin paranın yapay bollaşması ekmeğin marjinal verimliliğini arttırmaz, ekmeğin fiyatının düzenli olarak artışını sağlar. Ekmeğin fiyatının artışı birkaç ekmek üreticisi için iyi olabilir lakin herkes ekmek tüketicisidir. Bu fiyat artışları ya da artan oranlı kârlar uzun dönemde herkesin maliyetlerini arttıracağı için sadece ekmeğin fiyatını arttıracaktır, miktarını değil.
İktisadî, siyasî ve sosyolojik olarak yapay olana ihtiyacımız mal ve hizmetlerin artışı ile alâkalıdır. Bunun nedeni, mal ve hizmetlerin artışının, sosyal faydaya herkesin aynı anda ulaşmasına imkân tanımasıdır. Oysaki paranın sosyal faydaya katkısı -birkaç kalpazan hariç- diğer kimseleri sömürmesidir. Para artışından yararlananlar tartışmasız ilk önce kalpazanlardır. Kalpazanlık ahlâksızlıktır ve buna mukabil doğal hukukta suçtur. Kalpazanlık başkasının malını karşılığı olmayan bir değer ile alıp-satma ve sadece kendisi için yararlı bir mübadele biçimdir. Kalpazanlık başkasının mülkünü hayal ile, yani “yoklukla” satın alma meselesidir. Mülk değişimi özgür tercih ile değil, hile ile gerçekleştirilmiştir.
Kısacası para eğer altına (herkesin üzerinde anlaştığı gerçek mal-paraya) %100 oran ile bağlı değilse o paranın arzının sınırsız artışı doğal değil yapay olarak büyüyen bir ağaç dalıdır. Ve ağaç dalları sonsuza kadar büyüyemez.
Yapay olana ihtiyacımız, sınırsız isteklerimizi karşılamak için sınırlı kaynaklarımızı çoğaltma meselesidir. Fakat para salt bir mal değildir. O takasta kullandığımız mal-paradır. Onun doğası tam tersine doğal kıtlığa bağlıdır. Her şey için, her mal ve hizmet için “yapay” zekâya ihtiyaç varken bir tek para için “doğal kıtlığa” güvenebiliriz. Bu hayırlı kıtlık diğer her şeyin sağlıklı bollaşmasının nedenidir. Aynı fazla suya, güneşe ve gübreye ihtiyacı olmayan bitki gibidir. Bitki için bu üç doğal şeyin ayarı makbuldür, asla fazlası değil!
Yukarıdaki örnek iktisadî mantığın ne kadar zor olduğunun kanıtıdır. Bu fikir, evrimsel ve tarihsel olarak insana tamamen saçma gelebilir. Pozitivizmin dar kafalı bilim adamlarına göre “paranın doğal kıtlığı teorisi” itici ve faydasızdır. Ama iktisadî dil, bütün basit düşüncelere inat “para teorisi” açısından düşünülenin aksine bambaşka bir yol önermiştir. “Paranın doğal kıtlığı teorisi” iktisadın harikulade bilgi felsefesiyle otomatik işleyen mantığa karşı gelmiş ve metafizikçilerden deneyciliğe kadar bütün bilim adamlarını şaşkınlığa uğratmıştır.
Günün teknolojisinin geldiği nokta paranın sonsuz şekilde yaratılabilmesini sağlamıştır. Fakat paranın hava gibi “serbest ve sınırsız kaynakmışçasına bedava olması” aslında ucuz hatta neredeyse bedava olması gereken malların maliyetini arttırır. Paranın bedava olması ekmeğin fiyatını arttırır. Bu kaçınılmaz bir sondur. Eğer birisi hesabı ödemez ise mutlaka başka biri hesabı ödeyecektir.
Ekonomi kâr bazlı çalışan bir sistem olduğundan para üretiminin bedava olması aslında paranın diğer malların üzerine maliyet yüklediğinin bir işaretidir. Eğer paranın bedavaya yakın olması sağlanırsa kim uzun dönemde para üretebilecektir ki; mesele paranın kıtlığı ve bolluğunu kişilere değil sadece doğaya bırakmamızdır ve bu en temel ekonomik davranış olacaktır. Bu ancak böyledir, başkası mümkün değil!
“Paranın doğal kıtlık teorisi” diğer bütün mal ve hizmetler için sonsuz ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek bolluk yaratabilecektir. Bütün mesele parayı doğal yollarla engelleyip diğer mal ve hizmetler için yapay ortamın hazırlanmasıdır. Asla devlet müdahalesine gerek kalmadan yapılacak şey basittir. Altına %100 oranla her parayı bağlamak ve serbest piyasanın güvenilir kollarına bırakmak, hem de hemen şimdi!
Comments