27/03/2014 - Serkan Kiremit
Zenginlik, bireysel bir meseledir, toplumsal değil. Herkesin zengin olabilmesinin yolu kendi gelirini artırmakla mümkündür. Geliri artırmanın birçok yolu vardır. Ama gelir sağlamanın en temel iki yolu, yağmacılık ve serbest mübadeledir. Bu iki görüşün birbirine girdiği yer ise ulus devletlerin karma ekonomik modelidir. Karma ekonomilerde, devlet, serbest mübadele ile elde edilen artı değeri ya da zenginliği, kendi yağma araçlarıyla yeniden dağıtıma tâbi tutarak ülkenin refahını paylaştırmakla övünür. Bugün, dünyanın içinde bulunduğu durum budur.
Özel mülkiyetin korunduğu serbest piyasa sisteminde zenginlik, bireysel bir çaba iken, ulus devletlerinde ise yine özel mülkiyet, hukuk aracılığı ile korunurken zenginlik bir dağıtım aracı olarak kullanılır. Zenginlerin yeniden dağıtıma zorunlu olarak sokulduğu ülkelerde, bireysel faaliyetler geliri artırıcı yönde gelişmekten ziyade, devlete yamanma şeklinde tezahür etmektedir. Türkiye’de geçen seçimlerde her 5 kişiden 1’i devletin yönetim kadrolarında olmak için aday olmuştur. Bireysel faaliyetler, rasyonel tercih olarak yağmanın daha fazla gelir getirici olduğu konusunda farkında olmadan anlaşmışlardır. Bu da zenginliğin yaratılmasına değil, zenginliğin paylaşılmasına yönelik bir ekonomik yönelimdir.
Yağmacılık düzeninin işleyişi, serbest mübadele yolu ile elde edilen geliri ülke genelinde yeniden dağıtarak, kendilerinin olmadığı bir kazanca haksız şekilde sahip olmaktan geçer. Hırsızlığın yasallaştırılması aynı zamanda, adilliğin ortadan kaldırılmasıdır. Serbest mübadele yoluyla elde edilen kazancı bireyler gönüllü bir şekilde elde ederken, diğer tarafta bu kazanca hiçbir katkı yapmamış bireylere “Eşit Gelir Dağılımı Politikası” adı altında toplanan zorunlu vergiler yoluyla gelir aktarılması hiç de adil değildir. Mesele geliri eşit dağıtmak değil, geliri kazanırken bireylerin, kimseyi dolandırmadan ve hırsızlık yapmadan kazanmalarını denetlemektir.
Vergiler, gönüllü yapılmış bir ticaretin veya hizmetin sonucunda belli bir miktarda elde edilmiş kâr üzerinden belli oranda alınmış parasal bir paydır. Devlet tarafından bireylerin gelirlerinden cebrî olarak alınan parasal yükümlülük olarak vergi, adı üstünde zorla elde edildiğinden daha baştan adil değildir. Devlet, bu politik aracı kullanarak kamu yararı için yaptığı harcamaları yükseltip yağmacılık teşkilatını genişletir. Fertlerin vergiyi ödemek zorunda olmalarının nedeni, sosyal adalet sistemini gerçekleştirmek değil, siyasal ve ekonomik yönden üreten kesimden tüketici sülüklere gelir sağlamaktır. Bunun anlamı şudur: Gönüllü mübadele üretken bir kesimdir ve zenginliğin nedenidir, yağma ise sadece tüketici bir teşkilatlanmadır ve neticede üretken olmayan bir kesimdir. Yağmacılık, ekonomik açıdan da, sosyal açıdan da serbest mübadelenin getirisine bağımlıdır. Yağmacılık, serbest mübadele ile mümkündür. Ama serbest mübadele, yağmacılık olmadan da hayatını sürdürür, hatta hiç yağmacılık olmasa, daha fazla kazanç elde eder.
Vergiler hangi oranda olursa olsun fakirliğin nedenidir. Cebrîaçıdanliğin hangi oranda olması ya da hırsızlığın hangi seviyede olmasının bir önemi yoktur. Cebrîlik ya vardır ya da yoktur. Ne yazık ki bazı şeylerde gri tonları bulmak kolay değildir. Hatta bu gri tonları aramamak daha iyidir. Vergileri yüksek tutmak, daha az serbest mübadele yani daha az ticaret, daha az özgürlük, daha az gönüllülük, daha az kazanç, daha az iş imkânı ve daha çok fakirlik demektir. Buna karşılık, vergileri düşük tutmak, biraz daha fazla serbest mübadele yani biraz daha fazla ticaret, biraz daha fazla özgürlük, biraz daha fazla gönüllülük, biraz daha fazla kazanç, biraz daha fazla iş imkânı ve biraz daha az fakirlik demektir. Ama vergilerin sıfır olması, yağmacılık sektörünün ortadan kalkmasının sonucudur. Ve serbest mübadelenin en ileri derecesidir. Çünkü bireysel faaliyetlerin önü açıldığı vakit bir çığ gibi büyür ve önüne kattığını zenginlik büyüsüyle şartlandırır. Çünkü birey bildiğinden daha fazlasını yarattığı sürece, gönüllü mübadeleye konu olan maddi ve manevi dünyalar gelişecek ve daha fazla tercih etmemizi gerektirecek birçok meta yaratılacaktır. Dünya nüfusunu beslemenin bundan daha başka çözüm yolu yoktur. Serbest mübadele, gönüllü olarak yapıldığından barışçı ve ahlâklı bir sistemdir, alışverişe imkân verdiği içinde zenginlik yaratıcı bir girişimdir.
Bunun yanında temkinli olmakta yarar vardır. Çünkü vergileri azaltmak, yağmacılığı azaltmak anlamına gelmez. Bu bir göz yanılsamasıdır. Ekonominin görünmeyen yüzünü araştırdığımızda karşımıza şunun da çıkması imkân dâhilindedir: Vergileri azaltmak, serbest mübadele sistemine işlerlik kazandırmaktır ve zenginliğin artışına izin vermek neticede yağmacılık sektörünün payını da artırmaktır. Yağmacılık sektörü, eğer vergi hâsılatını artırmanın bir aracı olarak vergi oranlarında bir indirime gidiyorsa, bunun anlamı yağmacılığın daha büyük bir pastadan daha büyük bir pay alacağı biçiminde yorumlanmalıdır.
Dikkatli olmak gerekir ki devletin, ekonomiye daha fazla müdahale etmek için daha fazla gelire ihtiyacı vardır. Bu da ancak vergi hâsılatını artırarak mümkün olur. Politik olarak vergi oranını artırmak aynı zamanda tek artı değer üreten sistem olan serbest mübadele sektörünü daha az çalıştırmak ve sömürüyü artırmaktır. Bunun siyasî sakıncaları ise bir dönem daha ülkeyi yönetememektir. Çünkü bireyin kazancına dünden daha fazla el koymak seçim sandığında yıkılmaktır. Ama vergi oranlarını azaltmak, bireylerin servetlerine ve tasarruflarına sanki daha az el koyuyormuş gibi gözükse de, devletin kamu harcamalarını artırmanın bir yoludur. Siyasî açıdan ise daha az risklidir. Thatcher ve Reagan döneminde vergi azalışları aynı zamanda devletin büyümesine imkân sağlamıştır. Neden? Çünkü özel sektörden elde edilen kâr artışı devletin kasasına daha fazla vergi geliri aktarmıştır ve hükümet, daha fazla harcama yaparak ülke ekonomisine daha fazla müdahale imkânı sağlamıştır. Yani vergi oranlarındaki azalış serbest mübadeleyi değil, yağmacılık sistemini yaşatmanın bir diğer yoludur.
Unutmamalıyız ki serbest mübadeleden elde edilen artı değerin artışı ne kadar fazla ise yasal soyguncunun (diğer adıyla hukuk devletinin) geliri o oranda artar. Bunun için yasal soyguncu, serbest mübadelenin verimliliğini artırmak için bu üretken sektörü kendine bağlamanın yolunu bulmuştur: Vergi oranlarındaki azalış, sübvansiyonlar, özelleştirmeler, bayındırlık işleri, serbest bölgeler ve gelir destekleyici politikalar ile üretken sektörü kendisine tâbi kılar. Serbest mübadele ne kadar etkin ve verimli olursa, sömürülecek şey de o kadar fazla olur. Sonuçta zenginlik de o oranda paylaşılır. Fakirlik, bireylerin gelirlerindeki bir azalışın sonsuza yakın zamana kadar devam etmesi ise yasal soyguncunun bireylerin ceplerinden bir miktar geliri sonsuza kadar almaya devam edeceğini aklımızda tutmalıyız.
Gönüllü mübadele, bir sosyo-ekonomik işbölümü modelidir. Bu sayede toplumun her kesimi giderek daha fazla şeye sahip olabilmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, serbest mübadele tek üretken, adil ve barışçı yol olduğu için yaratıcı bir mekanizmadır. Bu yaratıcı mekanizmanın gelir yaratma özelliği olduğundan tasarruflar ve yatırımların hızla büyüyerek piyasanın içinde mal bolluğuna ve istihdamın artışına yol açacağı aşikârdır. Bu yaratıcı mekanizmanın alternatifi yıkıcı bir yoldur. Yağmacılık sistemi bu açıdan üretken sektörün kanını emen bir sülük gibidir ve ancak azınlıkta olduklarında gelirini garanti eder. Serbest mübadele ise ancak pastayı büyüttüğünde mallarına talebi artırır. Dolayısıyla siyasî yollar, yani vergi politikası gibi yasal soygun kanunları, işsizliği azaltmak bir kenara, daha da derinleştirmekten başka bir güce sahip değildir. Bir zamanlar XIV. Louis’in Maliye Bakanı olan Jean-Baptiste Colbert, “Vergilendirme sanatı, kazı mümkün olan en az tıslama ve bağırış ile en fazla tüyü elde edecek şekilde yolmaktan ibarettir.”¹ diyebilmiştir. Fakat insanlar, kaz değildir. Yağma bir gün bütün insanlık tarafından fark edildiğinde, onunla savaşmak gerekmez bile. Ülke ona (yasal yağmacıya) kulluk etmemeye karar versin bir kere, tiran kendiliğinden yok olup gider. Ondan herhangi bir şey eksiltmek gerekmez, ona hiçbir şey vermemek yeterli olur.²
Dipnotlar:
1. James D. Gwartney ve Richard L. Stroup, Temel Ekonomi, Liberte Yayınları, Çeviren: Yıldıran Arsan, Ankara, 1996, s. 86.
2. Étienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitabevi, Çeviren: Mehmet Ali Ağaoğulları, İstanbul, 1995, ss. 22-23.
Comments