Murray N. Rothbard - 01.12.1971
Neo-Rand tandanslı haftalık gazete Ergo, Ayn Rand’ın Boston’da her yıl düzenlenen Ford Hall Forumu’nda yaptığı konuşmanın ardından kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapları ayrıntılı bir şekilde aktardı (Ergo, 31 Ekim 1971). Rand’ın Orta Doğu ile ilgili sözleri, gerçekliğin somut olguları hakkındaki bilgisizliğinin tüyler ürpertici bir ifşası olduğu kadar, sık sık dile getirdiği özgürlükçü ahlâkî ilkelerine de vahim bir ihanettir.
Amerikan halkının ve hükümetinin Orta Doğu savaşı konusunda ne yapması gerektiği sorulduğunda Rand tereddütsüz şu cevabı verdi: “İsrail’e mümkün olan her türlü yardım sağlanmalıdır.” Tabii ki Amerikan askerleri değil de askerî silahları kastettiğini belirtti. Burada ABD hükümetinin yurtdışına silah göndermek için Amerikalıları vergilendirmesinin özgürlüğe yapılan bir saldırı olduğunu vurgulamamıza gerek yok; elbette bu, aynı derecede olmasa da Orta Doğu’ya Amerikan askeri göndermek kadar devletçi ve gayriahlâkîdir. Amerikan halkına göre, Rand tıpkı United Jewish Appeal üyeleri gibi konuşuyor: “Elinizden gelen her şeyi verin.” (Canınız acıyana kadar mı?) Güya uzun zamandır altruizm (özgecilik) karşıtı olduğunu hatırlatan Rand, kamusal amaçlara “ilk kez katkıda bulunduğunu” da sözlerine ekledi, ancak görünüşe göre artık hayati bir istisnamız söz konusuymuş.
Peki neden? Liberteryen ilkeyi, izolasyonist ilkeyi ve altruizm karşıtlığını bir kenara bırakmamızı gerektiren öncelikli gerekçe nedir; İsrail’in “acil durumunun” neden kalplerimiz ve ceplerimiz üzerinde bir hak iddiası olsun ki? Rand’ın militan ateizmi göz önüne alındığında, bu kesinlikle Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmesinin gerekliliği ya da “Gelecek yıl Kudüs’te” şeklindeki eski duanın yerine getirilmesi olamaz; ayrıca Rand’ın bireyciliği göz önüne alındığında, bu kesinlikle (umuyoruz ki) Siyonistlerin kan, ırk ve toprak çağrısı da olamaz. Peki öyle değilse nedir? Elbette Rusya da işin içinde ama Rand bile buradaki asıl meselenin Rus Tehdidi olmadığını kabul ediyor.
Asıl mesele ne mi? Rand’a göre, “medeni insanlar” “vahşilere karşı savaşıyor” ve hâl böyle olunca, “ne olursa olsun o medeni insanların yanında olmak zorundasınız.” Ayrıca, İsrail’in sosyalist olduğu gerçeğinin bu büyük zorunluluk karşısında önemsiz kaldığını da ekliyor.
Burada iki ciddi sorun var: Gerçekliğin olguları ve ahlâkî ilke. Gerçekte, Rand “vahşiler” derken neyi kastediyor? Terimin duygusal çağrışımları üzerinde çalışıldığında, kavram belirsiz bir hâl almaktadır. Arapların “ilkel” ve “göçebe” olduğunu açıklıyor. Burada Filistin ve tarihi konusundaki cehaletini ortaya koyuyor. Bölgedeki tek “göçebe topluluk”, Siyonistler tarafından topraklarından ve evlerinden sürülen Filistinli Araplar değil, Kral Hüseyin’in uşakları olarak aslında Filistin karşıtı ve İsrail yanlısı olan Ürdünlü Bedevilerdir. Filistinli Araplar göçebe değil, tarımcıdır; İsrail’den çok daha önce “çölü yeşertmiş” olanlar da onlardır. “Göçebe” teorisi Siyonistler için kullanışlı bir propagandadan başka bir şey değildir. Belki Filistinli Araplar çölde barakalarda sefil bir yaşam sürdükleri için “vahşi” olabilirler; ama bunun böyle olmasının nedeni -bir buçuk milyon Filistinlinin- Siyonistler tarafından evlerinden ve mülklerinden sürülmeleri ve mülteci olarak korkunç bir yoksulluk içinde yaşamaya devam etmeleridir. Rand’ın katı tutumu, 16. ve 17. yüzyıllarda İrlandalıları çiftliklerinden ve topraklarından zorla kovan ve sonra da hayatlarını ormanlarda dolaşarak geçiren “vahşi, yabani” İrlandalılara burun kıvıran İngilizleri tüyler ürpertici bir şekilde çağrıştırmaktadır.
Rand kendine şu soruyu soruyor: Araplar neden İsrail’e karşı? İnanılmaz bir şekilde, “akıllarını kullanmak istemeyen” “vahşiler” oldukları için İsrail’e kızgın oldukları yanıtını veriyor; akıllarını kullanmamayı kasten seçerek, Siyonistlerin üstün teknolojisine ve medeniyetine kızıyorlarmış. Şüphesiz bu, Arap kızgınlığı için şimdiye kadar kaleme alınmış en tuhaf açıklamadır. Çünkü Rand’ın tartışmada atladığı nokta, evlerinden ve topraklarından zorla sürülen bir buçuk milyon Filistinli Arap’a Siyonist fatihler tarafından sonradan yarım milyon daha eklenmesidir. Bu gerçekten de çok önemli bir gözden kaçırmadır! Peki Filistinli mülteci sorunu Rand’ın açıklama girişiminin neresindedir? Cevap yok!
Bu bizi daha da önemli bir ahlâkî soruya getiriyor: Yani, “vahşiliğin, yabaniliğin” gerçekten tanımlanabileceğini varsayarsak, “vahşi veya yabani” olmanın nesi yanlış? Bir göçebe ya da bir yabani, bir insan değil midir? Dolayısıyla inkâr edilemez haklara sahip değil midir? Kendi bedenine ve mülküne sahip olmasına izin verilmemeli midir? Rand’ın muhtemelen bağlı olduğu, başka bir kişiye karşı şiddet girişiminde bulunmama şeklindeki büyük liberteryen ilkeye ne oldu? Eğer vahşiler veya yabaniler de insansa, onlara karşı güç kullanmanın gerekçesi nedir? Yoksa büyük liberteryen aksiyomu şöyle mi değiştirmeliyiz: Hiç kimse bir başkasının şahsına ya da malına karşı güç kullanamaz, ancak kendisinin medeni, karşısındakinin ise vahşi olması durumu hariç..? Ama o zaman da bulanık ve tehlikeli sularda yüzüyoruz demektir. Ya A grubu biraz daha “medeni” ve B grubu biraz daha “yabani” ise; bu durumda A’nın B’ye saldırması ve onu soyması meşru ve ahlâkî midir? Üzülerek söylemeliyim ki bu bir faşist etik teorisidir ve bu nedenle Randianizm’in “faşist” olduğu yönündeki pek çok suçlamanın belli bir doğruluk payı var gibi görünmektedir.
Yine de Rand, olayın doğruluğuna ya da yanlışlığına, saldırganlığa ya da mülkiyet haklarına ya da özgürlüğe değinmeden, açıkça şöyle demektedir: “Vahşilere karşı savaşan medeni bir insan varsa, ne olursa olsun o medeni insanın yanında olmak zorundasınız.” Ancak, kendi görünür kriterlerinden herhangi birine göre, teknik açıdan son derece gelişmiş olan Sovyet Rusya’nın, mesela Moğolistan’dan çok daha “medeni” olduğu kesindir. Bu, Sovyet Rusya’nın Moğolistan’a saldırması ve onu ezip geçmesi hâlinde hepimizin onurlu bir şekilde Sovyetleri desteklememiz ve hatta bu yüce davaya dolarlarımızı akıtmamız gerektiği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse neden?
Comments