top of page

Revizyonizm ve Liberteryenizm

Murray N. Rothbard - 01.02.1976


Revizyonizmin liberteryenizmle ne ilgisi var? Birçok liberteryen hiçbir bağlantı görmüyor. Saldırmazlık aksiyomu teorisine ve devletin her zaman en büyük saldırgan olduğuna inanan bu liberteryenler, Almanya, Rusya, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer belirli devletler arasındaki kötülüklerin ve karşılıklı ilişkilerin kirli ayrıntılarıyla ilgilenmeye gerek görmüyorlar. Eğer tüm devletler kötüyse, neden ayrıntılar hakkında endişelenelim?


İlk cevap, teorinin somut gerçeklik dünyasıyla başa çıkmada yeterli olmadığıdır. Eğer tüm devletler kötüyse, bazıları diğerlerinden daha kötüdür, bazı belirli devletler hem içeride kendi tebaalarına karşı hem de dışarıda diğer devletlerin vatandaşlarına karşı çok daha fazla saldırganlıkta bulunmuştur. Monako Devleti, Büyük Britanya Devleti’nden çok daha az saldırganlık yapmıştır.


Eğer biz liberteryenler gerçek dünyayı anlayacak ve bu dünyada özgürlüğün zaferini sağlamaya çalışacaksak, somut, var olan devletlerin gerçek tarihini anlamak zorundayız. Tarih, dünyamızı anlayabilmemiz ve onunla başa çıkabilmemiz ve çeşitli devletler tarafından işlenen göreceli suçları, göreceli saldırganlık derecelerini değerlendirebilmemiz için vazgeçilmez verileri sağlar. Örneğin Monako, bu dünyadaki başlıca sorunlarımızdan biri değildir; tabii bunu a priori aksiyomlardan değil, yalnızca tarih bilgisinden öğrenebiliriz. Ancak elbette somut gerçekliği öğrenmek için çaba sarf etmek, sadece önemli miktarda okuma yaparak değil, aynı zamanda revizyonizmin temel unsurlarını göz önünde bulundurarak okumayı da içermelidir. Bu çaba, tarihin karmaşıklığını araştıran ve kolaylıkla sloganlara indirgenemeyecek bir çalışma olmalıdır.


Revizyonizm, tüm devletlerin nüfusun çok küçük bir bölümünü oluşturan ve toplumun geri kalanı üzerinde asalak ve sömürücü bir yük olarak varlığını sürdüren bir yönetici sınıf tarafından yönetilmesi gerçeğinin gerekli kıldığı tarihsel bir disiplindir. Yönetimi sömürücü ve asalak olduğu için, devlet, görevi halkı kandırarak kendi devletinin yönetimini kabul ettirmek ve kutlamak olan bir grup “Saray Entelektüeli”nin müttefikliğini satın almak zorundadır. Saray entelektüellerinin üzerine çok iş düşmektedir. Süregelen apolojetiklik (savunuculuk) ve aldatmaca çalışmaları karşılığında saray entelektüelleri, devlet aygıtının kandırılmış halktan elde ettiği güç, prestij ve ganimetin küçük ortakları olarak yerlerini alırlar.


Revizyonizmin asil görevi devlet ve onun saray entelektüellerinin yalan ve aldatma sisini delmek ve halka devlet faaliyetlerinin motivasyonu, doğası ve sonuçlarının gerçek tarihini sunmak suretiyle aldatmacayı ortadan kaldırmaktır. Revizyonist, gerçeğe, sahte görünümlerin ardındaki gerçekliğe ulaşmak için devlet aldatmacasının sisini aşmaya çalışarak, daha önce aldatılmış olan halkın gözünde devleti gayrimeşrulaştırmaya, kutsallığından arındırmaya çalışır. Revizyonist bunu yaparak, kişisel olarak liberteryen olmasa bile, hayati derecede önemli bir liberteryen hizmeti yerine getirir.


Dolayısıyla, revizyonist tarihçi de kendi kişisel ideolojisinden bağımsız olarak çok önemli liberteryen görevleri yerine getirmektedir. Devlet bir aldatma ağı dayatmadan işleyemeyeceği, varlığı için hayati önem taşıyan çoğunluk desteğini sağlayamayacağı için, revizyonist tarih liberteryen hareketin görevlerinin önemli bir parçası hâline gelir. Özellikle de revizyonizmin saf teorinin ötesine geçerek devletin somut gerçeklikte var olan yalanlarını ve suçlarını açığa çıkarması ve ifşa etmesi nedeniyle son derece önem teşkil ettiği açıktır.


Revizyonizm “yurt içinde” de olabilir ki böylece, son yıllarda revizyonist tarihçiler, yirminci yüzyılda Amerikan devletinin büyümesinin, Büyük İşletmelerin (Big Business) “tekelciliğini” engellemeye yönelik “demokratik” bir girişimle değil, Büyük İşletmelerin bazı unsurlarının Amerikan toplumunu kartelleşmiş ve tekelleşmiş bir ekonomiye bağlamak için devleti kullanma yönündeki bilinçli arzuları sonucunda gerçekleştiğini gösterebilmişlerdir.


Revizyonist tarihçiler ayrıca “refah” devletinin, yardım ettiği ve desteklediği iddia edilen gruplara fayda sağlamaktan ziyade zarar verdiğini göstermişlerdir. Kısacası, Refah Devleti, toplumun geri kalanının zararı pahasına, belirli Büyük İşletme grupları ve teknokrat, devletçi entelektüellerden oluşan iktidar koalisyonuna yardım etmek üzere tasarlanmıştır. Böyle bir tarihsel gerçeğin bilinmesi yaygınlaşırsa, modern Büyük Devlet’in faaliyetlerini sürdürmesi gerçekten de zor olacaktır.


Tarihsel Revizyonizm iç cephede önemli hizmetlerde bulunmuş olsa da, ana hamlesi savaş ve dış politika ile ilgilidir. Yüzyılı aşkın bir süredir savaş, devletin kandırılmış bir halk üzerinde egemenliğini pekiştirdiği başlıca yöntem olmuştur. Batı Avrupa ve Amerika’da on dokuzuncu yüzyılın başlarında ve ortalarında bu kadar baskın olan klasik liberalizmin yirminci yüzyıla gelindiğinde neden başarısız olduğu konusunda liberteryenler ve klasik liberaller arasında yıllar boyunca pek çok tartışma cereyan etmiştir. Bunun en önemli nedeni ise artık çok açık bir şekilde ortaya çıktığı üzere, devletin vatanseverliği bir silah olarak kullanma, halk kitlelerini çeşitli güçlü devletlerin müdahalecilik ve savaşı destekleyen politikalarının arkasında seferber etme becerisidir.


Savaş ve dış müdahale, bir devletin gücünü ve sömürüsünü arttırdığı önemli yöntemlerdir ve aynı zamanda bir devlet için diğer devlet nezdinde tehlike unsurları oluşturur. Ancak devlet -her devlet- vatandaşlarını, onların korunması ve yararı için savaştığı ve başka ülkelere müdahale ettiği konusunda kandırmakta özellikle başarılı olmuştur; oysa gerçekte savaş, devletin vatandaşlarını kendisini savunmak, çıkarlarını ve gücünü ilerletmek için bir araya gelmeleri konusunda kandırması için mükemmel bir fırsat sunmaktadır. Savaş ve dış politika devlete en kolay delüzyon ve aldatma araçlarını sağladığından, dış ilişkiler cephesindeki revizyonist ifşa, devlet aygıtının ve devlet saldırganlığının kutsallıktan arındırılması ve gayrimeşrulaştırılması için en önemli yoldur.


Dış ilişkilerle ilgili gerçeklerin revizyonist ifşasında, çoğu Amerikalı ve hatta çoğu liberteryen tarafından güçlü bir şekilde benimsenen belirli bir mit, yani baş devletçi ve müdahaleci Woodrow Wilson tarafından yayılan “yerli diktatörlükler her zaman dış savaş ve saldırganlık peşinde koşarken yerli demokrasiler her zaman barışçıl ve saldırgan olmayan bir dış politika yürütür” miti son derece önem arz etmektedir. Yerli diktatörlük ve dış saldırganlık arasındaki bu korelasyon yüzeysel bir akla yatkınlığa sahip olsa da, olgusal, tarihsel kayıtlara göre doğru değildir.


Kendi içine dönen ve bu nedenle dış ilişkilerinde barışçıl olan pek çok yerel diktatörlük (örneğin, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında ABD’li Tuğamiral Perry tarafından zorla “dışa açılmasından” önce Japonya); ve savaşçı ve saldırgan bir dış politika yürüten çok sayıda yerel “demokrasi” (örneğin, İngiltere ve ABD) mevcuttur. Demokratik oylamanın varlığı, dış saldırganlığa karşı bir engel olmak bir yana dursun, basitçe devletin seçmenleri kandırmak için propagandasını daha yoğun ve daha akıllıca yürütmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Ne yazık ki devlet ve onun saray entelektüelleri bu görevi fazlasıyla yerine getirmişlerdir.


Dolayısıyla, dış ilişkiler tarihinde a priori tarih perspektifi basitçe işe yaramamaktadır; “demokrasilerin” dış politika sicilinin diktatörlüklerin dış politika sicilinden çok daha fazla aldatmacalardan arındırılması gerektiğini akılda tutarak, belirli devletlerin ayrıntılı savaşları ve saldırıları hakkında ayrıntılı ve somut bir tarihsel araştırma yapmaktan başka yapılacak bir şey yoktur. Savaş ve emperyalizmin göreceli suçluluk derecelerini liberteryen aksiyomlardan ya da herhangi bir ülkedeki basit iç diktatörlük derecesinden çıkarsamanın bir yolu yoktur. Savaş ya da emperyalizmin suçluluk derecesi tamamen kanıta dayalı bir sorudur ve kanıtlara sıkı sıkıya bakma sorumluluğundan kaçış yoktur.


Kanıtlara, modern dünyadaki belirli devletlerin tarihine böylesine soğukkanlı bir ampirik bakışın sonucu, medyanın ve eğitim sistemimizin saray entelektüelleri tarafından öne sürülen dış ilişkiler mitolojisiyle yetişmiş Amerikalılar için bir şok olacaktır. Şöyle ki, on dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar en büyük saldırgan, en büyük emperyalist ve savaş taciri Büyük Britanya’ydı; ve dahası, Amerika Birleşik Devletleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Britanya İmparatorluğu’nun küçük ortağı olarak savaşa katıldı, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük emperyal ve savaş taciri güç olarak onun yerini aldı.


Wilson ideolojisi, özellikle yirminci yüzyılda Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne uygulandığı şekliyle salt zararlı bir mittir ve liberteryenler bu miti unutmak ve kendilerini tarihsel gerçekle uyumlu hâle getirmek için kendilerini hazırlamalıdır. Liberteryenler Amerikan devleti tarafından yayılan birçok yurt içi miti unutmayı başardıklarına göre, yaygın dış politika mitini de unutmak için yüreklerini ortaya koyabileceklerini umuyoruz. Ancak o zaman, tam liberteryenizm bir yana, klasik liberalizm bile Batı dünyasında ve özellikle de Amerika’da tam bir Rönesans yaşayabilecektir.


Bu durumda, Amerikan (ve İngiliz) devletinin en büyük aldatmacası, sözde defansif ve pasifist dış politikasıdır. Bu nedenle revizyonistler yirminci yüzyılda savaş ve emperyalizmin en büyük suçunun Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya’ya ait olduğunu iddia ettiklerinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli düşmanlarının yurt içinde ve yurt dışında Amerika Birleşik Devletleri hükümetinden daha az diktatör ya da saldırgan olduğunu iddia ediyor değildirler.


Elbette liberteryen revizyonistler bu tezi daha ileri taşımamaktadır. Hiçbir liberteryen Sovyetler Birliği’nin, Komünist Çin’in, Nasyonal Sosyalist Almanya’nın ve hatta Kayzer Wilhelm Almanya’sının politikalarının İngiltere ya da ABD’ninkinden daha az despotik olduğunu iddia etmez. Hatta bunun tam aksi söz konusudur. Ancak liberteryen ve diğer revizyonistlerin savunduğu şey, ABD ve Büyük Britanya’nın, ampirik bir gerçek olarak, bu belirli savaş ve çatışmaların her birinde başlıca saldırganlar ve savaş çığırtkanları olduğudur. Bu tür gerçekler a priori “tarihçiler” için tatsız olabilir, ancak yine de gerçekliğin olgularıdır.


Dahası, yukarıda da belirtildiği gibi, bu yüzyılda ABD ve Büyük Britanya’da yurt içi devletçiliğin hızlanmasına yol açan şey tam da savaş ve savaş mitolojisinin kullanılmasıdır. Aslında, Amerikan devletçiliğinin her önemli ilerlemesi, sözde “savunma” savaşlarından biri sırasında gerçekleşmiştir. İç Savaş eyalet haklarını ezip geçerken enflasyonist ve devletçi bir bankacılık sistemini, yüksek gümrük tarifeleri ve demiryollarına sübvansiyon rejimini, gelir ve federal tüketim vergilerini beraberinde getirmiştir; Birinci Dünya Savaşı Amerika’da modern planlama ve Yeni Düzen Refah-Savaş Devleti’ni (New Deal Welfare-Warfare State) başlatmıştır; İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ise bu süreci tamamlamış ve bugün altında acı çektiğimiz Büyük Devlet Leviathan’ına zemin hazırlamıştır.


Bu sonuçların her birinin yabancı “saldırganların” yol açtığı talihsiz olaylar değil, Amerikan devleti tarafından bilinçli ve kasıtlı olarak uygulanan saldırgan ve savaş çığırtkanı bir politikanın sonucu olduğu, gelişmekte olan Amerikan devletinin anlaşılması açısından son derece önemli ve hayati bir konudur.


Dolayısıyla revizyonizm bize, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Devlet Düşmanı’nın yurt dışında değil, tamamen yurt içinde olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Yabancı devletler, Amerikan devlet gücünün içeride ve dışarıda, yerli vatandaşlar ve yabancı halklar üzerinde yüceltilmesi için yalnızca günah keçisi olarak hizmet etmişlerdir. Düşman yabancı bir öcü değil, burada, içimizdedir. Ancak bu gerçeğin liberteryenler ve diğer Amerikalılar tarafından tam olarak anlaşılması, karşı karşıya olduğumuz sorunları tespit etmemizi ve özgürlüğün zaferini güvence altına almak için ilerlememizi sağlayabilir. Düşmanlarımızın üstesinden gelmeden önce onların kim olduğunu bilmemiz gerekir.


Amerikan devleti kendi yağmalarını savunmak için, saray entelektüellerinin de yardımıyla, muhaliflerini susturmak ve halkını daha da kandırmak için güçlü bir propaganda silahı kullanmayı başarmıştır. Bu silah, emperyalizm ve savaş politikalarını eleştirenleri, bilinçli ya da bilinçsiz ajanlar ya da çeşitli devlet düşmanlarının iç politikalarına sempati duyanlar olarak yaftalamaktır.


Böylece, bu yüzyıl boyunca revizyonistler, hatta liberteryen revizyonistler bile, sürekli olarak Kayzer’in, Nasyonal Sosyalistlerin ya da Komünistlerin aleti ya da sempatizanı olmakla suçlandılar -bazen hepsi birden ya da art arda. Wilson sonrası bu çağda, a priori liberteryenler bile revizyonist liberteryenleri aynı iftira yağmuruna tutmak yönünde kandırılmışlardır.


Bir liberteryenin gerçekten bir Nasyonal Sosyalist ya da Komünist olabileceğini bir an için bile olsa düşünme embesilliği, kandırılmış liberteryenleri daha açık görüşlü meslektaşlarını karalamaktan ve kötülemekten alıkoymamıştır. Her şeyden önce ihtiyaç duyulan şey, Wilson sonrası mitolojiyi ve yirminci yüzyıl Amerikan propagandasının a priori tarihini bir kenara bırakmak ve (Amerikan) İmparatorun gerçekten de çıplak olduğunun farkına varmaktır. Revizyonizmin nüfuz edici gerçekleri, diğer Amerikalılarla birlikte liberteryenlerin de gözlerini açmak ve aldatmacadan kurtarmak için gereklidir.


 

Murray Newton Rothbard, 2 Mart 1926’da New York’ta doğmuş ve 7 Ocak 1995’te aynı şehirde hayatını kaybetmiş bir Amerikan ekonomist, tarihçi, filozof, yazar, hukuk ve siyaset teorisyenidir. Özellikle Anarko-kapitalizm felsefesini harmanladığı Avusturya İktisat Okulu ile ilişkilendirilir. Rothbard, Ludwig von Mises’in en önde gelen öğrencisi olarak Avusturya İktisat Okulu’nun üçüncü jenerasyonunun da başını çekmiş ve Mises’in öğretilerine sadık kalarak, serbest piyasa ekonomisi, bireysel özgürlük ve devletsizlik gibi temel etik ilkelere çok önemli katkılarda bulunmuştur. Rothbard, Mises’in magnum opus’u olan Human Action (İnsan Eylemi) adlı eserindeki fikriyatı genişlettiği 1962 tarihli Man, Economy, and State (İnsan, İktisat ve Devlet) adlı eseriyle Avusturya İktisat Okulu’nun fikirlerini daha geniş kitlelere tanıtmıştır. Bu eserinin içine daha sonra kattığı Power and Market (İktidar ve Piyasa) adlı kapsamlı ek ile Anarko-kapitalizmin felsefî temellerini kurmuştur. Rothbard, bu kitapta, piyasanın her türlü faaliyeti barışçıl ve sorunsuz yönetebileceğini ve devletin müdahalesinin, hatta salt varlığının piyasanın işleyişini bozduğunu savunmuştur. Ayrıca Rothbard, ABD’deki Liberteryen Parti’nin kurucuları arasındaydı ve birçok kesimden insanı etkileyerek liberteryenizme kazandırdı. Ancak, Rothbard’ın felsefesi ve özellikle Anarko-kapitalizm yaklaşımı, eleştirmenleri tarafından radikal ve uygulanamaz olarak nitelendirilmiştir. Yine de Rothbard’ın radikalizmi, onun temel felsefesi olan özgürlükçü düşüncenin sonuçlarından kaynaklanmaktaydı ve özgürlükçü bir düzenin ancak radikal bir şekilde uygulanmasıyla gerçekleşebileceğine inanmaktaydı. En önemli çalışmalarından olan “Anatomy of the State” (“Devletin Anatomisi”) adlı makalesinde de belirttiği üzere devletin özgürlüklere müdahalesini sınırlandırmak için sadece belirli düzenlemeler yapmak yeterli değildi; devletin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Nitekim devletin varlığı bile özgürlükleri sınırlandırmak ve gasp etmek anlamına geliyordu.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu makale ilk olarak The Libertarian Forum’un 1976’daki Şubat sayısında “Revisionism and Libertarianism” adıyla yayınlanmıştır.
611 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page