01/02/1989 - Llewellyn H. Rockwell Jr.
Bir gümbürtü, bir sarsıntı ve dünyanın sonu. Büyük depremin meydana geldiği 7 Aralık günü Sovyet Ermenistan’ı böyleydi. Kreşler ve fabrikalar, ofisler ve evler enkaza dönüşürken koca şehirler yok oldu. Birkaç dakika içinde 55.000’den fazla erkek, kadın ve çocuk ezilerek öldü.
Ancak nedeni ne olursa olsun, bu insanlar jeolojik güçlerin kurbanı değildi; onlar sosyalizmin kurbanlarıydı.
Ermenistan depremi Richter ölçeğine göre 6.9 şiddetindeydi. Oysa 1985 yılında Mexico City’de arka arkaya 8.1 ve 7.5 büyüklüğünde iki deprem olmuş, ancak bu depremler çok daha az hasara yol açmış, ölümlerin neredeyse tamamı toplu konutların çökmesi sonucu meydana gelmişti. Ermenistan’da ise tüm binalar kamuya aitti ve hepsi çöktü.
Kaliforniyalı bir jeolog olan Brian Tucker, Ermenistan’daki yıkımın Kaliforniya’da benzer büyüklükteki bir depremin yaratacağı yıkımdan 100 kat daha fazla olduğunu söylüyor. Aslında bu oran muhtemelen bine birdir. 1965 yılında Kaliforniya’nın San Fernando Vadisi’nde meydana gelen 8.5 büyüklüğündeki deprem, yıkılan ve 40 kişinin ölümüne neden olan bir federal devlet hastanesi dışında nispeten daha az hasara yol açmıştı.
Sosyalizmin başarısızlığı için genellikle doğa suçlanır: Sovyetlerin 70 yıllık mahsul kıtlığı için kötü hava koşulları ve Etiyopya’daki kıtlık için kuraklığın suçlandığı gibi. SSCB’deki gıda kıtlığının nedeni sosyalist tarımken, Etiyopya’da sosyalist diktatör Mengistu Haile Mariam, köylüleri kolektifleştirmek ve kontrol etmek için kasıtlı olarak aç bıraktı.
Doğal afetlerin aksine, sosyalizmin yıkıcı etkileri beklenmedik ve gelişigüzel değildir. Bunlar devlet kontrolünün gerekli sonuçlarıdır.
Profesör Hans-Hermann Hoppe, A Theory of Socialism and Capitalism (Sosyalizm ve Kapitalizm: Bir Teori, 1988) adlı yeni ve önemli kitabında sosyalizmin kaçınılmaz olarak şu sonuçlara gebe olduğunu göstermektedir: 1) çok daha az sermaye oluşumu; 2) devasa bir kaynak israfı; ve 3) üretim araçlarının yıkıcı bir şekilde aşırı kullanımı. Ermenistan bunun çok doğru bir örneğidir.
Sermaye
Sosyalizmde tüm sermaye malları kamuya aittir. Hoppe’nın açıkladığı gibi, bireysel mülkiyet olmadan, sosyalizmde, yeni sermaye malları üretmek bir yana, eskilerini korumak için bile neredeyse hiçbir teşvik yoktur. Sermaye malları üzerindeki kontrol, mal sahipleri tarafından değil, politikacılar ve bürokratlar tarafından gerçekleştirilir.
Sovyet binaları ya da inşaat malzemeleri için bir piyasa yoktur. Her şeye merkezî devlet planlamacıları karar verir ve vatandaşlar bürokratlar ne dikerse onda yaşamak ya da çalışmak zorundadır. Sonuç olarak, inşaatçıların inşa ettikleri şeyin değerinde hiçbir payları yoktur ve binalar satılamadığından, yöneticilerin de yapıların sahip olduğu küçük değeri korumaya çalışmaları için herhangi bir gerekçesi yoktur.
İsraf
Sosyalizmde kıt kaynakların en iyi şekilde kullanılması mümkün değildir. Ludwig von Mises’in 1922’de gösterdiği üzere, sosyalizm rasyonel ekonomik hesaplamayı imkânsız hâle getirir. Basitleştirilmiş bir örnek vermek gerekirse, hem sanayiye hem de binalara tahsis edilmesi gereken yalnızca sınırlı miktarda çelik vardır. Piyasa fiyatları olmadan, hangisinin daha çok arzu edilen amaç olduğunu söylemenin bir yolu yoktur.
Betonun çelikten daha az değerli olduğunu ve her ikisinin de mermerden daha az değerli olduğunu varsayıyoruz. Ancak bunları sadece piyasada oluşan fiyatlar sayesinde biliyoruz. Kapitalizm olmadan kimse bir şeyin değerinin ne olduğunu bilemez.
Sovyetler Batı’nın fiyat çizelgelerinden kabaca bir fikir edinebiliyor ama bu rasyonel ekonomik hesaplamalar için yeterli değil. Sermaye ve kaynakların nasıl, ne zaman ve nerede kullanılacağını bilmek için mutlaka ticarî faaliyetler gerçekleştirilmelidir ki her malın bir piyasa fiyatı oluşabilsin.
Serbestçe belirlenen fiyatlar olmadan, Sovyet ekonomisi zorunlu ve kaçınılmaz olarak kaotiktir, rastgele fazlalıklar ve kıtlıklar söz konusudur. Bir inşaatçı Sovyetler Birliği’nde sağlam bir apartman inşa etmek istese bile, muhtemelen gerekli kaynakları bulamayacaktır.
Aşırı Kullanım
Sosyalizm altında, devlet inşaatçıları merkezî planı harfiyen yerine getirmek zorundadır. Bu durumda kalite, bürokratik olarak ölçülüp biçilemeyeceğinden hiçbir anlam ifade etmez; hatta en az çabayla en fazla üretimin yapılmasını engeller. Sonuç inanılmaz derecede dayanıksız binalardır.
Binaların verimli bir şekilde üretilmesi son derece kapsamlı bir süreçtir ve merkezî bir plana sığdırılamayacak kadar karmaşıktır. Girişimciler gibi daha etkili üretim yolları keşfetmek bir yana, Moskova’daki bürokratların bu işin üstesinden gelebilmeleri bile mümkün değildir.
Serbest bir piyasada, üretim düzenini nihai olarak tüketiciler belirler. Eğer alıcılar ahşap evler yerine tuğla evleri tercih ediyorsa, üretim yapısı bunu tuğlaların fiyatlarını yükselterek, tuğlaların daha az değerli görüldüğü alternatif kullanım alanlarına gitmesini önleyerek yansıtır.
Sosyalizmde bu süreç engellenir. Tüketicilerin kararlarının merkezî planla çok az bağlantısı vardır. Tüketim değeri çok az olan ya da hiç olmayan mallar üretilmekte ve herkes daha da yoksullaşmaktadır.
Moskova’da bile binaların inşa edildikten beş ya da on yıl sonra yıkılması şaşırtıcı değildir; hâlâ ayakta olan yapılarda bile düşen duvarları yakalamak için kaldırımların üstüne ağlar asılması gerekir. SSCB’nin iç sömürgelerinde standartlar daha da düşüktür - o kadar düşüktür ki, ABD’de en az etkiye sahip olacak bir deprem Sovyet şehirlerini mezarlığa çevirir.
Ermenistan’daki akla hayale sığmayan ölüm ve yıkım, iktisadın önemi konusunda canlı bir örnektir. İyi iktisat refah ve özgürlükle sonuçlanır. Kötü iktisat ise soykırımla sonuçlanır.
Comments